Resmin Alt Yazısı

Çocukların Kalbine Girme Taktikleri…

21 Nisan 2013 Pazar


1-Onlarla az konuşup çok anlama yoluna gidin. Anlamadan anlaşılmayı beklemeyin. Bunun yolu da etkin ve kaliteli dinlemekten geçeceğini asla unutmayın.
2-Söz verdiğiniz şeyleri muhakkak yapmaya çalışın. Onlar, asla söylenenleri unutmaz.
3-Çocuklar, işaret parmağınızı değil ayak izlerinizi takip eder. Yani hareketler sözlerden daha yüksek sesle konuşur. Yaptıklarınız, eylemleriniz sözlerden daha etkilidir.
4-Onlara dokunun, sıvazlayın, sarılın, temas kurun, Malum yüce yaratıcı kollarımızı sarılmak için yaratmıştır…Bu gün Avrupa’da bir çok doktor reçetelerine ilaç yerine sabah 3 defa oğle 3 defa aksam 3 defa sevdiklerinize çocuklarınıza sarılın diye reçete belirtiyor.
5-Neden soruları yerine, ne, nasıl sorularını sorun “Bunu neden yaptın?”, ” Neden sinirlisin?” v.b. sorularçocuklara yargılayıcı ve tehdit edici gelebilir. Bunun yerine “Ne oldu? Nasıl oldu ?” gibi sorular sorarak onların duygu ve düşüncelerini öğrenerek, kendi çözüm yollarını üretmelerine, düşünce güçlerini geliştirmelerineyardımcı olun.
6-Onları eleştirirken şahsını, kişiliğini değil; yapmış olduğu eylemi eleştirin Yani “sen aptalın tekisin yerineyapmış olduğun bu hareket doğru değildi gibi”. Överken de aynısını yapın.
7- Çocuğunuzu başka çocuklarla kıyaslamayın. Her çocuk ayrı bir dünyaya sahiptir. Ayrı ayrı yetenekleri ayrı ayrı zekâları ve ayrı ayrı ruh yapıları vardır. Bu yüzden başka insanlarla olumsuz bir şekilde kıyaslanmak bırakınçocukları büyük insanları bile üzer.
8-Hatalarını yüzüne vurmak yerine onlara yakınlık gösterin. Dünyada hatasız iki insan vardır biri ölmüştür diğeri daha doğmamıştır. Hataları yüze vurmak insana direnç yaratıyor. Adeta arabanın vitesini geri almak gibi bir etki oluşturuyor.
9-İşi, gücü, eşi, aşı belli zamanlarda askıya alın, onlarla gezin, tozun, uzanın, takla atın… 21.yüzyıl, bize ilişkinin değil işin öncelikli olduğunu telkin ediyor. Oysa çocukların anne ve babalarıyla çok yakın ilişkiye ihtiyaçları vardır.
10-Anne ve baba olarak asla melek rolüne girmeyin. Çünkü sizde hata yapabilirsiniz. Her şeyin eksiksiz, hatasız ve kusursuz olsun yolundaki saplantılarınızı pencereden aşağı atın.
11-Peygamber efendimizin güzel bir taktiğidir bu. “Kimin evinde çocuğu varsa onunla çocuklaşsın” der.Çocuklarınızla çocuklaşmayı asla ihmal etmeyin.
12-Okuldan gelince ilk sözünüz, dersten, nottan önce bugün doya doya oynadın mı sorusu olsun… Oyun çocuklar için gıda gibi elzem bir ihtiyaçtır. Malum günümüz çocuğu beyaz betanlar arasına sıkışıp kalmıştır. Devasa enerjiler bir türlü atılamamaktadır.
13-Düşüncelerini değiştirmeden asla davranışlarını değiştirmeye çalışmayın. Yani önce kalbini gönlünü feth edin davranışlar bu sayede kendiliğinden değişecektir.
14-Çocuğunuza sevgiyi şartlı öğretirseniz oda sizi şartlı sever. Örnek: Seni Severim eğer uslu çocuk olursa sözünün geri dönüşü bende seni severim ama sende benim istediklerimi yaparsan olacaktır.
15-İlginin dozajını iyi ayarlayın, aşırı ilgi, ilgisizlik kadar zararlıdır. Örnek: İlacın azı fayda vermez çoğu da zehirler.
Unutmayın: Yüzyıllar öncesinde olduğu gibi modern çağda da insanların kalbine girmenin tek yolu, bir gülümseyişte, sıcak bir sözde, içtenlikte gizli.”Çocuklar hayatımızın fotoğraflarıdır, nasıl poz verirsek öyle resim alırız”
Nevzat ÖZER
Psikolojik Danışman-Eğitimci Yazar

Bir İlişkinin 20 Mutlu Sırrı

6 Şubat 2013 Çarşamba

Kıyaslama yapmayın
Niven’in mutluluğa ulaşmak isteyenlere kıyaslama yapmaktan kaçınmalarını öneriyor. Hayatımızı başkalarınınkiyle kıyaslamak onu değiştirmez. Ancak yazara göre kendi hayatımız ile ilgili nasıl düşündüğümüzü değiştirir! Nitekim bir arkadaşımızı mükemmel bir ilişkinin keyfini sürerken gördüğümüzde kendi ilişkimizi sorgulamaya başlıyoruz. Sorunlar yaşarken gördüğümüzde da kendi ilişkimizin daha iyi olduğunu düşünüyoruz.Peri masallarına aldanmayın
Yazara göre her ne kadar hikayelerde yaşanan büyük aşkları yaşamayı beklemesek de içten içe bunun hayalini kuruyoruz. Niven’a göre yapmamız gereken hayalini kurduğumuz büyüyü partnerimize karşı duyduğunuz sevgide görmek ve masallarda yaşanan şeylerin beklentisi içine girmemek.

Ortak ilgi alanı oluşturun
Günümüzün çoğunu kariyer peşinde koşmak ve gündelik görevlerimizi yerine getirmekle geçiriyoruz. Bu da kişilerin ilişkilerinde ortak ilgi alanları bulmaya çalışmalarını son derece önemli kılıyor. Çünkü ortak ilgi alanları partnerler arasında pozitif bir iletişim ve eğlencenin oluşmasını destekler.
Zihninizi okumasını beklemeyin
Üzücü bir durumda olduğunuzda partnerinizin sıkıntınızı kendiliğinden anlamasını beklemeyin. Karşı taraf zihninizi okuyamaz. Çoğunlukla partnerimize duygularımızı anlatmadan, bizi yalnız bırakmakla itham ediyoruz. Yapmanız gereken, partnerinize hissettiklerinizi anlatmak.

Aceleye gerek yok
Kişilerin evlenmeye ve çocuk doğurmaya karar verdiği yaş dilimi son yüzyılda, her on yılda bir artıyor. Yazara göre bu durumun maddi baskılar ve bağımsızlığını ilan etmek gibi pek çok nedeni var. Acele etmenize gerek yok. Çünkü ilişkiler birinci gelenin ödüllendirildiği birer yarış değil. Kitapta yer alan araştırma, geç yaşta evlenmenin ne hayat, ne de yaşanan ilişki üzerinde negatif etkisi olmadığı kanıtlanıyor.

Mizah duygunuzu geliştirin
Yazara göre bir ilişkide iyi bir mizah anlayışına sahip olmanın ortalama bir günü daha eğlenceli kılmaya ve kötü bir günün yükünü azaltmaya faydası olur. Yazar; bu mizah anlayışının pozitif bir yönü olması gerektiğinin altını çiziyor. Çünkü negatif espriler sadece tansiyonu artırır.
Kaliteli zaman
Eğer birlikte en çok zaman geçirmek istediğimiz insanı bulmuşsak neden onunla mümkün olan en kaliteli zamanı birlikte geçirmeyelim ki! Çünkü ilişkiler birlikte geçirilen zamanın miktarı ile değil kalitesi ile gelişir!
Gelecek önemli
Yazara göre bazı insanlar ilişkilerinin başarılı bir geçmişi varsa o zaman yapılması gereken her şeyin başarılmış olduğunu düşünme yanılgısı içine giriyor. Oysa ilişki geçmişe değil, geleceğe doğru inşa edilir.
Açık olmak şart
Bir ilişkinin mutlu ya da mutsuz olduğunu düşünün. Partnerlerin birbirleri ile nasıl iletişim sağladıkları çok önemli. Yazara göre sağlıklı bir ilişki içerisindeki çiftler, iyi ya da kötü her ne yaşıyorlarsa bunu partnerleri ile paylaşıyor: “Hiçbir şeyi içinizde tutmayın! Çünkü kendi gerçekliğinizi paylaştığınız zaman hayatınızı da paylaşmış olacaksınız ve bu süreçte partneriniz ile aranızda oluşacak olan bağ her şeyin üstesinden gelmenizde size yardımcı olacaktır!”
Onunla arkadaş olun
Biriyle yıllar boyu süren bir araba yolculuğuna çıkacağınızı farz edin! Bu sürede bu kişiye son derece yakın olacaksınız. Dolayısıyla söz konusu kişinin aynı zamanda arkadaşınız olmasını da istersiniz. İlişkiyi sürdüren geçici heyecan ya da zevklerden çok arkadaşlık, karşılıklı saygı, hayranlık ve ilgi olacaktır. Uzun vadeli ilişkiler gelişimlerini ve hayatta kalmalarını sağlam bir arkadaşlık temeline borçludur!
Mutluluğu önce kendinizde arayın
İnsanlar, sevgi dolu ilişkilere ihtiyaç duyar. Hepimiz yakın sosyal ilişkilerden fayda görürüz. Ancak çoğumuz bir ilişkinin bizi tamamlayacağına, hayatımızdaki boşlukları dolduracağına inanırız! Halbuki gerçekte kim olduğunuzla ilgili olarak mutlu değilseniz, bir ilişki bu durumu değiştirmeyecektir! Bu, sağlıklı bir ilişki sürdürmenizi de zorlaştıracaktır!
Paranın önemi azalır
Hayalimizdeki partner varlıklı biri olabilir. Ancak varlıklı kişi ile bir ilişki yaşamaya başladıktan sonra paranın önemi ilişkinizi değerlendirirken etkisiz bir hale gelecektir! Kitapta yer alan araştırma sonucuna göre, sadece gelirin veri olarak alındığı bir ilişkinin başarısı ile ilgili bir tahmin yapmak imkansız! Çünkü servet bir ilişkinin uzunluğu ve tatminlik derecesi üzerinde bağlantısız!
Onu önemseyin
Fikir, zevk ve tercihlerinizin mükemmel bir uyumla buluştuğu bir ilişkiyi ne yazık ki yaşayamayacaksınız! Niven; bu boş fanteziyi tercih etmemenizde de ısrarcı… Zıtlıkların daima ilişkiyi canlı tuttuğunu, rehavet hissinden uzaklaştırdığını ve birey olarak gelişimi artırdığını savunuyor. İlişkinizdeki zor zamanlarda sizin için en önemli olanın ne olduğunu karşı tarafa göstermelisiniz! Farklılıklara rağmen ona değer verdiğinizi göstermeniz; sağlıklı bir ilişkinin temelini oluşturur.
mutlu bir ilişkinin sırları
Sorgulamayı bırakın
Çoğumuz birlikte olduğumuz kişinin geçmişini merak ederiz. Özellikle ciddi ilişkilerini. Uzun vadede endişe, kıyaslama ve eninde sonunda kavga ortamı yaratacaktır. Siz; birlikte olduğunuz kişinin geçmişteki partnerleri ile bir yarışma içerisinde değilsiniz.
Kendinize inanın
İlişki bir ihtiyaç değildir. Özde; sağlığınız ve mutluluğunuz için bir ilişkiye ihtiyacınız yok. Yaşadığınız ilişki belki de hayatınızın önemli bir kısmını teşkil edebilir, ama siz hayatta kalmak ve gelişmek için gerekli olanlara zaten sahipsiniz! İçinde bulunduğunuz durum her ne olursa olsun; kendinize inanın ve önce tek başınıza ayakta durabildiğiniz gerçeğini kabul edin.
Çevrenizdekilerin fikirlerini dinlemeyin
Önemli bir karar vermemiz gerektiğinde genellikle ikinci bir görüş alırız! Niven; bu eğilimi kesinlikle desteklemiyor. İki kişinin oluşturduğu dünyayı, aradaki iletişim ya da elektriğin seyrini üçüncü kişilerin asla çözümleyemeyeceğini vurguluyor ve ilginç saptamalarda bulunuyor: “Birincisi; hiç kimse sizin gerçekten neye ihtiyaç duyduğunuzu ve neye değer verdiğinizi sizden iyi değerlendiremez. İkincisi insanlar başkalarının ilişkileri konusunda kendi ilişkilerine nazaran daha olumsuzdur. Kısacası akıl danıştığınız kişiler; ilişkinizdeki negatif yönleri görmeye pozitif yönleri görmekten daha meyillidir!”

Korkuya yenik düşmeyin
Kendi ayakları üzerinde duran, ne istediğini bilen bir kadın olmanıza rağmen; benliğinizi doğru şekilde yansıtmanız kimi zaman mümkün olmayabilir. Fobiler ilişkileri olumsuz yönde etkileyebilen nedenler arasında. O gerçekte nasıl biri, geçmişte yaşadıklarımızın yine yaşayacak mısınız, sizden nasıl bir birliktelik bekliyor, bencil mi, sorumsuz mu? Bu gibi sorular; her kadının hayatının bir döneminde zihnine üşüşebilir. Oysa; olumsuz bir durum ile karşılaşacağınızda ilişkinizi sorgulamaktan vazgeçmeniz gerekiyor.İşlerinizi eve getirmeyin
İş gününüz sona erdiğinde işiniz tamamıyla ofiste kalmalı. Zihninizden de silinmeli! Kitapta yer alan bir araştırma sonucuna göre; çalışmaya ya da iş düşünmeye neredeyse hiç ara vermeyen işkoliklerin diğer kişilere oranla özel yaşamlarından memnun olduklarını söylememelerinin üç kat daha olası bir durum olduğu belirtiliyor.

Acılarınızı unutmalısınız!
Kırıldınız ve sonra sizden özür dilendi. Çok acı çektiniz ama karşı tarafı affetmeye karar verdiniz! Ancak içinizdeki acı hemen ortadan kaybolmuyor ve hissettiğiniz bu acının travmasını içinizde taşıyorsunuz. Ama bu acıyı geride bırakabilmeyi öğrenmelisiniz! Çünkü acıyı içinizde tutmanız, yaranın taze kalmasına neden olur.

Mükemmeli aramayı bırakın
Günümüzde mutsuz birlikteliklerin belki de en büyük nedeni; ‘Daha mükemmelini yaşayabilirim’ düşüncesinden kaynaklanıyor. Sağlıklı ve tatmin edici ilişki daima mevcuttur ya da yaratılabilir! ‘Mükemmel ilişki’ diye bir kavram asla var olmamıştır. Bu nedenle; Her konuda sizinle hemfikir olan ya da her an sizi mutlu edebilecek biri ile karşılaşmayı ısrarla beklemek yerine; sizi en fazla tatmin eden ilişkiyi yeşertmeyi denemelisiniz.

Depresyondan Kurtulma Yolları

25 Ocak 2013 Cuma


Yaşanan depresyon şiddetine ve çeşidine göre depresyondan kurtulma yolları da farklılaşır.

Yaşanan  depresyonun şiddetini hafif, orta ve ağır olarak niteleyecek, yazımızı depresyon çeşitlerine girmeden açıklayacağız.
Hafif depresyonlarda kişi kendi kendine depresyondan kurtulması mümkün olabilir.
Hafif bir depresyon yaşayan kişi depresyondan nasıl kurtulacaktır, anlatalım.
Öncelikle yaşam alanlarından en fazla tıkandığını, zorluk yaşadığını ve moralini neyin bozduğunu tespit etmesi gerekir. En sık rastlanılan, depresyonu tetikleyen, yaşam alanlarından birkaç örnek verelim.

ÖĞRENMEYİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER

29 Kasım 2012 Perşembe

Öğrenmeyi etkileyen faktörler üç başlık altında incelenir. Bunlar:


ÖĞRENMEYİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER


ÖĞRENEN İLE İLGİLİ FAKTÖRLER


ÖĞRENME YÖNTEMİ İLE İLGİLİ FAKTÖRLER


ÖĞRENME MALZEMESİYLE İLGİLİ FAKTÖRLER



  • Türe özgü hazır oluş

  • Olgunlaşma

  • Güdü

  • Genel uyarılmışlık hali

  • Aktarım (Transfer)

  • Dikkat

  • Yaş

  • Zeka



  • Konunun Yapısı

  • Zaman

  • Geri Bildirim (Dönüt)

  • Öğrenci Aktivitesi (Aktif Katılım)



  • Algısal Ayırt Edilebilirlik

  • Kavramsal Gruplandırma

  • Anlamsal Çağrışım (Kavram Ağı)




ÖĞRENEN İLE İLGİLİ FAKTÖRLER

a.       Türe özgü hazır oluş

Öğrenecek olan organizmanın, istenilen davranışı göstermesi için gerekli olan biyolojik donanıma sahip olmasıdır. Örnek: Papağana konuşmayı öğretebiliriz ama kanaryaya öğretemeyiz.

Organizmanın neyi öğrenip, neyi öğrenemeyeceğini belirler.

b.       Olgunlaşma

Organizmanın kendisinden beklenen gelişim görevlerini yerine getirebilmesi için kalıtımın etkisiyle yaşadığı biyolojik değişiklik sürecidir. Organizma türe özgü hazır oluş durumuna geldikten sonra olgunlaşma olur.  Örnek: 3 Yaşındaki çocuk okuma yazma davranışını gösteremez ama 7 yaşındaki bir çocuk gösterebilir.

Herhangi bir organın, o organdan beklenen görevi yapabilecek düzeye gelmesidir.

c.        Genel Uyarılmışlık Hali ve Kaygı

Bireyin dışarıdan gelen uyarıcıları alma(fark etme) derecesine uyarılmışlık hali denir. Kişinin bilincinin açık ve tamamen uyanık olmasına, genel uyarılmışlık hali denir (farkında oluş). Örnek: Birey panik halindeyken uyarılmışlık düzeyi yüksek, uyku halindeyken uyarılmışlık düzeyi düşüktür.








Genel Uyarılmışlık Hali Sıralanışı

Bitkisel H. < Narkoz < uyku < uyuşukluk < normal < aşırı u. < öğrenme


Uyarılmışlık düzeyinin azı da çoğu da öğrenmeyi zorlaştırır. İyi bir öğrenme olması için uyarılmışlık düzeyinin orta seviyelerde olması gerekir.

d.       Güdü

Organizmayı harekete geçiren durumdur. Güdüler, organizma içindeki ihtiyaçlardan doğar ve bu ihtiyaçların giderilmesi için organizmayı harekete geçirir. Güdülenme: Uyarılma, algı, dikkat, kaygı, pekiştirme ve geri bildirim gibi süreçlerle bireyin öğrenmeye istekli olma durumudur. Güdülenmek öğrenmeyi kolaylaştırır. Dürtü: En ilkel güdü kaynağıdır. Yaşamsal ihtiyaç kaynaklarıdır. Harekete geçiricidir.

Güdülenme şu şekilde oluşur.

İhtiyaç – Dürtü – Dengesizlik – Güdü – Güdülenme – Dav. – Öğrenme

Sorularda güdülenme için herhangi bir getiri varsa bu durum cevabın yüksek ihtimalle güdülenme olduğunu gösterir. (Pragmatik)

Güdü organizmayı uyarır, eyleme sevk eder ve belli amaçlara yöneltir.

Güdü Türleri: Birincil Güdüler (Öğrenilmemiş)(Fizyolojik), İkincil Güdüler (Öğrenilmiş)(Sosyal ve psikolojik).

Davranışa yönelten güdüler birincil ve ikincil güdelerdir. Davranışa kaynaklık eden güdüler ise içsel ve dışsal güdülerdir.

Birincil Güdüler: Doğuştan getirilir. Yaşamsal güdülerdir. Öğrenme süreci ile oluşturulmazlar. Birincil pekiştireçlerle pekiştirilirler. Örnek: Açlık, susuzluk, uyku.

İkincil Güdüler: Yaşamsal önemi olmayan ancak bireyi davranışa yönlendiren güdülerdir. İkincil pekiştireçlerle pekiştirilirler. Öğrenme yoluyla kazanılırlar. Örnek: Para, not, başarılı olma, statü, ilgi çekme.

İçsel Güdüler: Bireyin başarı ya da başarısızlıklarına içsel yükleme yapmasıdır. Güdü kaynağı bireydir. Örnek: Kendi sağlığına önem verdiği için dengeli beslenen bir birey.

Dışsal Güdüler: Davranışa geçiren güç dışarıdan kaynaklanır. Cesaretlendirme, yüksek not alma, cezadan kaçma.

e.       Yaş

Yaşın öğrenmeler üzerinde kritik önemi bulunur. Bir davranışın ortaya konulması için uygun zaman bölümünü gösterir. Örnek: Okuma, yazma gibi davranışlar 6 ya da 7 yaşlarında daha etkili öğrenilir.

f.       Zekâ

Zeka önemli bir öğrenme yeteneğidir. Zeka düzeyi yükseldikçe öğrenmenin etkisi ve hızı artar. Zeka öğrenmedeki bireysel ayrılıkların en temel göstergesidir.

g.       Aktarım (önceki Yaşantılar)

Transfer(aktarım): Önceki (ön) öğrenmelerin yeni öğrenmeleri etkileme durumudur. Bir konudaki öğrenmelerin başka konulardaki öğrenmeleri olumlu ve olumsuz yönde etkilemesidir. Örnek: Okulda matematik dersinde öğrenilenler market alışverişinde kullanılır.

Transfer(aktarım) olumlu ve olumsuz olarak ikiye ayrılır.



Olumlu Aktarma(Öğrenmenin Genellenmesi): Bir düzeyde yapılan öğrenmenin daha sonra öğrenilecekleri kolaylaştırmasıdır. Olumlu aktarma ileriye etkin (ileriyi) ve geriye etkin (geriyi) destekleme olarak ikiye ayrılır.

İleriye Etkin Destekleme: Sonraki öğrenmeleri kolaylaştırması hızlandırmasıdır. Örnek: Köyde traktör kullanan birinin şehre taşındığında otomobil alıp, otomobili kullanmayı daha çabuk öğrenmesidir.

Geriye Etkin Destekleme: Sonraki öğrenmenin önceki öğrenmeyi daha ustaca ve etkili bir şekilde yapılmasını sağlamasıdır. Örnek: Traktör kullanan köylünün otomobil kullandıktan sonra tekrardan traktörü kullandığında eskiye göre daha iyi kullanmasıdır.

Olumsuz Aktarma (Alışkanlık Çatışması): Önceki öğrenmelerin sonraki öğrenmeleri zorlaştırması durumudur. Örnek: Yeni bir eve taşınan birinin eski evinde lambanın düğmesi kapının sağ tarafındayken yeni evinde kapının sol tarafında olan lambanın düğmesini açmak için elini sürekli sağ tarafa götürmesidir.

Ket Vurma: Öğrenilmiş bir bilginin hatırlama sürecindeki engelleyici ve bozucu etkidir.

KET VURMA = HATIRLAMAYA BOZUCU ETKİ

Amnezi: Kısmi ya da tam hafıza kaybıdır.

İleriye Ket Vurma: Önceden öğrenilen bilgilerin sonradan öğrenilen bilgileri unutturmasıdır. Örnek: Yeni taşındığımız mahallenin adını söylerken yanlışlıkla önceki mahallemizin adını söylememiz.

Geriye Ket Vurma: Sonradan öğrenilen bilgilerin önceden öğrenilen bilgileri unutturmasıdır. Örnek: Cep telefonu olan bir üniversite öğrencisinin sevgilisi olunca daha ucuza konuşabilmek ve mesajlaşmak için yeni bir hat aldıktan sonra eski hattının numarasını bir türlü hatırlayamamasıdır.

Olumsuz aktarma ve ileriye ket vurma kavramları birbirine çok karıştırılan kavramlardır. Psikolojide aynı anlama gelen bu iki kavramı KPSS davranışçılara ve bilişselcilere göre ayırıp sormaktadır. Bu iki kavram şu ana kadar 2010 KPS (kopya çekilen) sınavına kadar aynı sorunun şıklarında bulunmamıştır. Olumsuz aktarma davranışçılara göre (yani psikomotor davranışlar, öğrenmenin sonucuna göre), İleriye ket vurma kavramı ise bilişselcilere göre (zihinde gerçekleşen süreç, öğrenmenin zihinsel sürecine göre) olarak kabul edilir.

h.       Dikkat

Bilincin belirli bir merkeze(uyarıcıya) yoğunlaştırılmasıdır. Bir bilgiyi öğrenebilmek için dikkat etmek gerekir. Bireyin dikkat düzeyinde iç dünyasındaki özellikler (ilgi, ihtiyaçlar, kişilik özellikleri) ve dış çevre faktörleri(uyarıcının büyüklüğü, şiddeti, farklılığı, hareketliliği) rol oynar. Dikkat istemli, istemsiz ve bölünmüş dikkat olarak üçe ayrılır.

İstemli(Seçici) Dikkat: İstenen uyaranların bilinçli olarak seçilerek bilişsel süreçlere dahil edilmesi ve ilgisiz uyaranların elenmesidir. Kalem satın almak istediğimizde, yalnızca kırtasiye ve kalem satan dükkânlara gideriz.

İstemsiz Dikkat: Bilinçli olarak bilişsel düzeyimize eklemeyi planlamadığımız, bir uyaranın etki düzeyinin oldukça yüksek olması durumunda bu uyarana yönelmemizdir. Yüksek sesli bir patlama duyduğumuzda oraya yöneliriz.

Bölünmüş Dikkat: Bireyin becerisinin yüksek olduğu etkinliklerle birlikte, bir başka etkinliğe de dikkatini odaklamasıdır. Yapılan etkinliklerin karmaşıklığı arttıkça dikkatin bölünmesi zorlaşır.
ÖĞRENME YÖNTEMİ İLE İLGİLİ FAKTÖRLER



  • Konunun Yapısı

Konuları bütün olarak ya da parçalara bölünerek öğretilmesi öğrenmede etkilidir. Uzun ve parçaya bölünmesi kolay konularda parçalara bölünerek öğrenilmesi, malzeme kısa ve anlam açık konularda ise bütün öğrenilmesi daha iyidir.

  • Zaman

Öğrenmeye ayrılan zaman aralıklı çalışma ya da toplu çalışma olarak iki şekildedir. Toplu çalışma(öğrenme), belirli ve sınırlı bir zamanda yapılan yoğun çalışmadır. Çalışılan bilgiler kısa sürede unutulur. Aralıklı çalışma(öğrenme),  konuları belirli bir düzen içinde zamana yayılarak tekrar edilmesidir. Öğrenilen bilgilerin yaşam boyu kullanılmasıdır. Aralıklı çalışma tekrarlarla yapıldığı için hem bilgilerin öğrenilmesini hem de bilgilerin geri getirilmesini kolaylaştırır. Tekrarlar öğrenilen konunun davranışa dönüşme sürecini etkiler.

Toplu çalışma da birey daha fazla güdülenmiştir (Sınavdan hemen önce olduğu için). Bu yüzden aralıklı çalışmaya göre sınavlarda daha fazla başarı elde edilir.

  • Geribildirim (Dönüt – Düzeltme)

Kişinin yapmış olduğu bir davranışın sonucu hakkında bilgilendirilmesi ya da kendi kendini bilgilendirmesidir. Öğrenci yaptığı davranışın doğruluğu, yanlışlığı, eksikliği, tamlığı ve öğrenme süreci konusunda bilgilenmesi(öz değerlendirmesi – içsel dönüt) veya bilgilendirilmesidir(çevre tarafından – dışsal dönüt). Öğrenme açısından öğrenme süreci ve performansı hakkında öğrenciye bilgi vermektir. Örnek: Okulda verilen notlar hem öğrenci hem de öğretmen açısından güdeleyicidir.

Geribildirim anında yapılmalıdır. Aradan geçen zaman öğrenme güdüsünü zayıflatır. Etkin dönütü kişi kendi kendisine verir. Geribildirim yönlendirici, güdeleyici ve pekiştiricidir.

*Öğrenci Aktivitesi(Aktif Katılım)

En etkili öğrenme, tüm duyu organlarının öğrenme sürecinde aktif olduğu yaparak yaşayarak öğrenmedir. Etkili bir öğrenme olması için; okuma, dinleme, yazma, anlatma ve açıklama, yapma olması gerekir.
ÖĞRENME MALZEMESİYLE İLGİLİ FAKTÖRLER

Öğrenme malzemesi öğretilecek bilgi ya da konu kümesidir.

  • Algısal Ayırt Edilebilirlik

Algı, zihnin gelen bir uyaranı anlama, tanıma ve özümleme sürecidir. Algısal ayırt edilebilirlik öğrenme malzemesinin çevredeki uyarıcılardan ayırt edilebilmesidir. (Farkındalık yaratmak). Çevredeki hareketli nesneler, farklı önlük giyen öğrenci, altını çizme, kalın yazma. Algısal ayırt edilebilirlik öğrenmeyi kolaylaştırır.

  • Kavramsal Gruplandırma (Kavram Haritaları-Novak)

Öğrenme konusu olan geniş bir kavramın ilişki içinde olduğu diğer kavramlar ile ilişkilendirilerek iki boyutlu bir şemada gösterilmesidir. Bilginin zihinde somut ve görsel bir şekilde düzenlenmesini ve öğrenilmesini sağlar. Kavramlar arasındaki ilişkiler şematize edilerek ve ilişkiler somutlaştırılarak anlamlı öğrenmeyi sağlar. Konuya kuşbakışı bakmayı sağlayarak, düşünmeyi bütüncül ve anlamlı hale getirir. Sunuş yolunda kullanılır.

Anlamsal çağrışım öznel, kavramsal gruplandırmalar daha objektif ve bilimseldir.

  • Anlamsal Çağrışım (Kavram Ağı)

Çağrışım yapabilme, konunun öğrencinin zihninde yer diğer olgu, durum ya da olayları hatırlatabilmesi sürecidir. Çağrışımlar önceki öğrenmeler ile ilgilidir. Bu yüzden olumlu aktarmalar oluşmasını sağlar. Konular birbirinden bağımsız değil, bütüne dönüştürülecek anlamlar üzerinden gerçekleşir. Anlamsal çağrışımlar bireye özgüdür(öznel). Dersin başında yapılmalıdır. Anlamsal çağrışımda birey kavram ya da olayların; Zıtlıklarınaardışıklığına(basitten zora hiyerarşik sıralamasına) ve eş zamanlılığına göre kodlama yaparak daha etkili öğrenmektedir.

Bir bilgi ile ilgili bireyin ne kadar çok yaşantısı varsa öğrenme ve hatırlama o kadar kolay olur.


Öğreten ve Öğrenme Ortamı, öğrenmeyi etkileyen dolaylı faktörlerdir. İnsancıl kuram öğrenmenin nasıl olması gerektiğiyle değil daha çok öğrenme ortamına vurgu yapmıştır.

İletişimsizliğe yol açan büyük etken

3 Temmuz 2012 Salı


Dr. Selman Kuzu, aile içi iletişimsizliğe yol açan nedenleri anlattı.




Kuzu, sağlıklı iletişimin konuşma sırasında sesin yükselmesiyle bozulmaya başladığını ifade etti. Ses tonunun sözden daha etkili olduğunu kaydeden Dr. Kuzu, ses tonunda sevgi varsa sözlerin duygulara akacağını belirtti.
Dr. Kuzu, sesin yükselmesiyle iletişimsizliğin büyümesine neden olacağını değinirken, bağırmanın 'zerre' kadar değerinin olmadığını söyledi. Dr. Kuzu şu ifadeleri kullandı: "Sağlıklı iletişim ses tonuyla doğru orantılıdır. Eğer ses tonunda sevgi varsa sağlıklı iletişim artar, yoksa kavgaya kadar giden yol açılmış olur. Bu yüzden öfkenin zerre kadar değeri yoktur. Hem öfkelenen insanda fikri değer ne kadar vardır ki? O kişi sadece karşısındaki insanı üzer o kadar. Ama o öfkeli kişi öfkesini yutsa dilini tutsa ayette de dediği gibi Allah'ın sevgisini kazanır."

Dr. Kuzu, çiftlerden birisi tartışmada hakaret etmeye başlarsa diğerinin susması gerektiğini, aksi takdirde eşlerin hakaret yarışına gireceğini dile getirdi.

Dr. Kuzu, ses yükselmesiyle başlayan tartışmanın uzun sürmesi halinde dayakla sona ereceğini söyledi. Dr. Kuzu, tartışmada bir tarafın sükuneti koruması gerektiğini aktardı.


Genç kuşak ile iletişim kurma yolları

Kuşak çatışmaları yetişkinlerle gençler arasındaki iletişim kopukluğu sonucu ortaya çıkan ciddi bir toplumsal sorun


Sağlıklı iletişim için dikkat edilmesi gereken önemli noktalar var.Gençlerle iletişim kurarken izlenecek bazı yollar şunlar:

  • Yetişkin kuşak olarak, önce gencin bir insan olduğunu kabul edin. Ona sevgi ve saygı gösterdiğinizi belirtin.

  • Gencin yaşamına, giyinişine, süslenmesine ilişkin karar alırken durumu konuşun; onun düşünce ve önerilerine anlayış ve saygı gösterin.

  • Aile ve evle ilgili konularda ve sorunlarda gencin de düşünce ve önerilerini alın; onunla konuşup tartışmaktan kaçınmayın.

  • Gençlerle yapılan konuşma ve tartışmaları onları konuşarak ve yıldırarak kesmeyin.

  • Konuşma ve tartışmalarda kırıcı ve sert olmaktan kaçının.

  • Gencin tutum ve davranışlarına biçim ve yön verirken, ‘benim gençliğimde’ diye başlayan konuşma ve öğütlerden kaçının.

  • Bütün amaç beklenti ve isteklerinizin hemen o anda tümüyle gerçekleşmeyeceğini bilin.

  • Gence bol bol öğüt vermek yerine, örnek davranışları yapın ya da bulup gösterin.

  • Gence ödül ve ceza verirken tutarlı olun. Kimi kez ödül verdiğiniz bir davranışı başka bir zaman kötüleyip yermekten kaçının.

  • Çocuklarınızı geleceğinizin garantisi gibi görüp, onlardan çok fazla şey beklemeyin. Bu yoğun beklenti ve baskılar onların tüm kuralları reddetmeleri şeklinde sonuçlanabilir.

  • Çocuklarınızla ilgilenin. Onların her türlü davranışını reddetmek ya da onaylamak yoluna gitmeyin. Bu tutum onların belirsizlikler içinde başkaldırıp, insanları hiçe saymalarına ya da bazı gruplara katılmalarına neden olabilir.

  • Çocuklarınıza ilişkin görüş ayrılıklarınızı çocukların önünde tartışıp, onların çelişkiler yaşamasına yol açmayın. Bu davranış çocuklarınızın hangi davranışı seçeceği konusunda çelişkiye düşmesine yol açar.

  • Çocuklarınıza güçlerini aşmayacak sorumluluklar verip onların kendine güven ve başarı güdülerini harekete geçirin.

  • Çocuklarınıza duyduğunuz sevgi koşulsuz olsun ve bunu açıkça belirtin. Bu onların kendilerini ve diğer insanları sevmelerini ve değerli bulmalarını sağlayacaktır.

  • Çocuklarınıza kendilerini ve çocukluklarını yaşama şansı verin. Kendini yaşayan çocuk, diğer insanların da yaşantılarına saygılı olur.

  • Çocuklarınıza saygı duyun, onları dinleyin, kendilerine değer verilmeyen insanlar başkalarının duygularına da önem vermezler.

  • Gerektiğinde bilmediğinizi söylemekten ve özür dilemekten çekinmeyin. Bu tutum çocuklarınızın, hata ve yenilgileri yıkılmadan göğüslemelerini sağlayacak. Onları yüreklendirecek.

  • Çocuğunuzun oyun oynamasını engellemeyin. Oyun oynamayan çocuk farklı grup ve ilişkilere giremez, hayatın kurallarını öğrenip uygulamada güçlüklerle karşılaşır.

STRES, SIKINTI, İÇSEL HUZUR VE MUTLULUK ÜZERİNE

MUTLU VE HUZURLU BİR YAŞAM İÇİN ÖNERİLER

Günümüzdeki sağlık uygulamaları koruma değil; tamamen tedavi etme üzerine yoğunlaşmış durumdadır. Oysa bu hem hastalar hem devletler için bedeli fazla olan bir uygulama modelidir.

Bu uygulama özellikle psikoloji ve ruh sağlığı gibi zaten çivisi çıkık olan bir alanda daha da ciddi mahzurlar taşımaktadır. Çünkü bizler bilumum hayat şartları, batıl / bozuk felsefeler, hatalı inanç kodları ve yaygın düşünce kalıpları gibi pek çok faktör tarafından bozulan, zaman içinde yapısal hale de dönüşen sorunları oturduğumuz yerden, adeta başımızı kaşıya kaşıya, yani kılımızı dahi kıpırdatmadan çözümlemeye çalışıyoruz. Haliyle tavşan kayada tüfek evde türü bu salt masa başı bazlı uygulamalar ile sonuç alabilmek -en azından her zaman için- mümkün olmayabilmektedir. Halbuki ruh sağlığımızı korumak bozulduktan sonra düzeltmeye çalışmaktan sadece daha az bedelli değildir; aynı zamanda çok daha kolaydır.

Dikkat edin:

Devletler yüksek sağlık harcamalarındaki aslan payını tedavi giderlerine ayırmakla, koca koca hastaneler sadece hasta tedavi etmekle, on binlerce uzman bu ve benzeri platformlarda büyük ölçüde hastalıkların tanıtımını (reklamını) yapmakla ve çözüm yollarından bahsetmekle meşguldür. Oysa herhangi bir sorunu olan insanlar toplumun en fazla yüzde onunu oluşturmaktadır. Ancak bir gün sorun yaşamaya aday popülasyon ise en az yüzde doksandır, çok daha yüksektir. Gerçek bu olduğu halde kimsenin ileride sorun yaşamaya aday bu kişilerle ilgilendiği pek yoktur. Herkes gözünü hasta olan sınırlı sayıdaki kişiye dikmiş, sadece onlarla meşguldür. Bu gerçek sadece hastalıkları tanıtan yazılara değil; koruyucu bilgi veren, bir bakıma ruhsal aşılama diyebileceğimiz yazı ve çalışmalara daha fazla ağırlık verilmesini gerekli kılmaktadır.

DOĞAL YAŞAMA YAKLAŞ, SIKINTIDAN UZAKLAŞ

Çocukluğum büyük ölçüde köylerde geçti. Hatırlıyorum da köyümüzdeki insanlar son derece zor yaşam şartlarına rağmen oldukça mutluydular. Gülümsemeleri, hatta patlattıkları kahkahaları için bizlerdeki gibi önemli gelişmelerin olması falan gerekmezdi. Kapıda birini görmek, zile basan bir çocuğun utangaçlığı, otlamadan gelen inek manzaraları gibi son derece sıradan şeyler bunun için fazlasıyla yeterli olurdu. Onlar da olumsuz olaylara kısa süreli duygusal tepkiler verirlerdi elbette. Ancak şimdilerde çoğu kişinin muzdarip olduğu türden sebepsiz sıkıntıları, dengesiz ruh daralmaları / dalgalanmaları yoktu. Sanırım şehirleşme, rutinleşme, rahatlık ve sığ insani ilişkiler stres, üzüntü, mutsuzluk gibi bu türden duyguları tavan yaptırdı.

ASİL BEYİN EFENDİ BASİT İŞLERLE MUTLU OLAMAZ

Ömrü laboratuarda geçmiş olan ünlü bir profesörü bir dağ köyüne koysanız ve bundan sonra burada yaşayacaksın deseniz oradaki insani ilişkilerle mutlu olabilmesi zorlaşır. Çünkü üst düzey uğraşı ve çaba ile yoğrulmuş olan beyni -tıpkı özgürlüğe eğilimli olan insan ruhunun hapishane de daralması misali- köyün sıradan işlerine ve basit gündelik konuşmalarına adapte olamaz. Dolayısı ile ruhu bir süre sonra bu uyumsuzluğa daralma, sıkılma tepkileri vermeye başlar. Günümüz şehirli insanındaki yaygın iç sıkıntılarını (şehirli - modern insan etiketi sever, o yüzden onun sıkıntılarına anksiyete diyorlar) bu çerçevede okumak gerekir diye düşünüyorum:
“Üst düzey bir organ olan, dolayısı ile üst düzey bir meşguliyete ihtiyaç duyan beynimizi günlük sıradan işlerle, basit konuşmalarla ve sığ düşüncelerle meşgul etmek…”

Bence iç sıkıntılarının, ruh darlıklarının, huzur azlıklarının en temel nedenlerinin başında bunlar geliyor! Çözüm üst düzey bir organ olan beynimizi üst düzey girdilerle / işlerle meşgul etmektir. Bu girdi ve işleri işittiklerimiz, konuştuklarımız, düşündüklerimiz ve yaptıklarımız olarak dörde ayırmak mümkündür.

KONUŞTUKLARIMIZ VE İŞİTTİKLERİMİZ

Bir şehrin zaman içinde sağlanmış olan uyumu nasıl ki dışarıdan gelen kontrolsüz göç dalgaları ile bozulur, aynı şekilde kendi içinde hiç bir sorunu olmayan, doku ve organ komşularıyla geçinip giden ruhumuzu fesada veren çoğunlukla dışarıdan gelenlerdir. Dışarıdan gelenlerin başında ise işittiklerimiz bulunmaktadır.

Sığ, klişe, çoğu yoz ve boş olan (günlük) sözler - konuşmalar beynimizin doğuştan sahip olduğu asaletini zedeler. Buna fena halde kafası bozulan beynimiz de bizi ruhumuzu sıkarak – bunaltarak cezalandırır. O halde derin, faydalı, az ve öz, bilgi odaklı konuşmalar yapmak ve dinlemek huzurlu bir ruh halinin birinci şartıdır. Dil anahtarı ve kulak kapımız bu şekilde bir ayrım yapmazsa, her yönelen geldiği gibi beyne giderse o beyinde ne huzur kalır ne de sükun!

DÜŞÜNDÜKLERİMİZ

Mutsuz ve huzursuz bir yaşamın diğer önemli nedeni de asli - derinlikli hedeflerden kopan, basit şeylerin son derece dar olan koridorları arasında gidip gelen düşüncelerimizdir. “Aldı mı, gelmedi mi, sattı mı, ne zaman götürecek, bir tane daha alacağız, kaç lira, o mu demiş, ne demiş,” türü basit ve gündelik düşünceler ruhu daraltarak boğan, bir süre sonra da ruhun aç kalmasına yol açan diğer önemli bir nedendir. O yüzden güncel yaşamın dayattığı tekdüze düşünce kalıplarından / alışkanlıklarından mümkün olabildiğince kaçınmak, örneğin bol bol kitap okumak, bir şekilde derin ve soylu düşünce eylemleri içinde vakit geçirmeye azami derecede gayret sarf etmek gerekmektedir.

YAPTIKLARIMIZ

Bir hayat kurtardım diye vicdan azabı duyan birini duydunuz mu hiç?

Ya da haksız yere birini öldürdüm diye içinden gelerek sevinebilen birini?

Neden peki?

Bazı davranışlar ruhumuzun yapısına uygundur; bazıları ise ona doğuştan düşmandır da ondan! Buna fıtrata / doğaya uygun olmak veya olmamak denilir. Dolayısı ile bir diğer sıkıntı, stres, mutsuzluk ve huzursuzluk nedeni de -son yıllarda hızla çoğalan- fıtrata aykırı iş ve eylemlerimizdir.

Doğamıza aykırı her eylem ruhumuzu ısıran bir sivrisinek işlevi görür. Bu ısırıklar çoğalınca ruh kanamaya yani acı çekmeye başlar. Ruhun acısı sıkıntıdır, üzüntüdür, darlıktır, bunalmadır, huzursuzluktur, sonunda da mutsuzluktur.

"Sıkıntı arttıkça içsel huzur azalır, içsel huzur azaldıkça ruhsal sorunlar artar" (İ.Güllü)

Psikolog
İzzet Güllü

SIKINTI VE ÜZÜNTÜLERLE DOĞRU MÜCADELE TEKNİĞİ

SIKINTI VE ÜZÜNTÜLERLE DOĞRU MÜCADELE TEKNİĞİ

SIKINTI VE ÜZÜNTÜLERLE DOĞRU MÜCADELE TEKNİĞİ

ARABAYI NASIL KULLANDIĞIMIZIN ÖNEMİ

Bir arabanın ne kadar hızlı gidip gidemeyeceğini, varacağı yere çabuk ulaşıp ulaşamayacağı, hatta kaza yapıp yapmayacağını sadece arabanın kendisi belirlemez. Bu sonuçların nasıl ortaya çıkacağını belirleyen faktörlerin başında o arabayı kullanan (yöneten) kişinin özellikleri, özellikle de arabayla olan ilişki biçimi gelir.

Aynı şekilde yaşadığımız hüzün veya can sıkıntısı türü duygularının iç dünyamızda nasıl bir etki göstereceğini sadece başa gelen olumsuz olay (olayın mahiyeti, şiddeti, ani olup olmaması gibi) ve yaşadığımız duyguların bizatihi kendi niteliği belirlemez. Yaşanılan bu duyguları nasıl yönettiğimiz, yani beyin arabamızı nasıl kullandığımız çok daha önemli bir belirleyiciliğe sahiptir.

ÇOĞU KİŞİ BU TÜR BİR SÜRECİ NASIL YAŞAR

Çoğu kişi can sıkıntısı ve üzüntü türü nahoş duyguları (depresyon olmayan, günlük duyguları kastediyorum) genellikle iki zihinsel pozisyon içersinde yaşar:

KAÇINMAK / UZAK DURMAK

İnsanoğlu olumsuz bulduğu duygusal ve ruhsal yaşantıdan sürekli uzak durma eğilimi içinde olur. Buna psikolojide "kaçınma refleksi" denilir. Kaçınma eğilimi içinde olmak belki olumsuz durumlardan kısmen koruyucu bir işlev görür. Ancak kaçındığımız şeylere karşı bizi -farkında olmadan- daha duyarlı hale de getirir. Oluşan bu uzun süreli duyarlılık kişileri gereğinden fazla yorarak ruhsal açıdan bitkin düşürür. En önemlisi de başa gelen olumsuz olayların duygusal ve ruhsal etkisinin daha şiddetli yaşanmasına neden olur. Çünkü böylesi bir durumda kişi sürekli kaçındığı şeyi yaşıyordur, hep kaçtığı şeye yakalanmıştır. Süreci böyle anlamlandıran bir beyin yaşanılan olaya o olayın önemiyle orantısız (abartılı) tepki üretilmesine yol açar. Özetle kaçınma eğiliminin biri yararlı biri de olumsuz olmak üsere iki temel neticesi söz konusudur:

Faydası: Olumsuz duygu üretici yaşantılardan / durumlardan uzak durmamızı sağlar.

Zararı: Uzak duramadığımızda yaşayacağımız duygusal - ruhsal etkilenmeyi artırır.

SAVAŞMAK / MÜCADELE ETMEK

Kişilerin farkında olmadan kullandıkları ikinci mekanizma savaşma, yani ruhsal ve duygusal yükten mücadele ederek kurtulma mekanizmasıdır. Kişiler kaçınma yoluyla her sorundan, en azından her zaman için uzak durabilme / korunabilme şansına sahip değillerdir. Bu nedenle zaman zaman bazı sorunların ortaya çıkması kaçınılmaz olur. İşte bu gibi durumlarda çoğu insan içine düştükleri duygusal ve ruhsal süreçten kurtulmak ister. Bunun için ise beyinsel düzlemde bir dizi çabanın / savaşımın içine girer. Bu doğal eğilimin de aynı şekilde biri olumlu diğeri olumsuz olmak üzere iki sonucu vardır:

Faydası: Enerjimizin önemli bir bölümünü sorunun üzerine kilitlememizi sağlar. Böylece bizi çözüm odaklı bazı arayışlara sevk eder. Haliyle aradığımız için bulmamız kolaylaşmış olur!

Zararı: Zaman unsurunu unutturur, kişiyi telaşa ve sabırsızlığa düşürür, “Çözülmesi gereken bir sorunum var” düşüncesini pekiştirir. Bunlar ise hem yaşanılan duygusal sıkıntının şiddetini artırır, hem de doğal toparlanma sürecini uzatır. (Uzayan süreç ise sorunu besleyen bir damar işlevi görmeye başlar.)

SAVAŞMA – MÜCADELE ETME EĞİLİMİNİN ÖZELLİKLERİ

1. Olumsuz anlamlandırma

2. Öncesiyle otomaik kıyaslama

3. Çabucak kurtulma isteği duyma

4. Bir dizi mücadele çabası içine girme

Can sıkıntısı ve üzüntü gibi nahoş (ancak sağlıklı) ruh hallerini başa gelen olayın niteliğinden bağımsız, tamamen bu 4 aşamadaki anlamlandırma / değerlendirme biçimimize bağlı olarak ya daha şiddetli bir tonla ya da daha az etkilenmiş olarak yaşarız.

FARE KORKUSUNUN ESAS NEDENİ FARE DEĞİLDİR

Fare korkunuzda farenin rolü son derece sınırlıdır aslında. Burada esas belirleyici olan fareyle ilgili düşünme ve değerlendirme biçimlerinizdir.

Düşünün:

Can sıkıntısını ve/veya üzüntü duygumuzu -zamanında- beyinlerimize olumlu / güzel duygular olarak kodlasaydık yahut bu anlarımızı önceki güzel dönemlerimizle kıyaslamayarak (şimdi neden böyle oldum, daha geçen güne kadar çok iyiydim türü düşünce ve sözlerle) aradaki farkı algılayamaz hale gelebilseydik muhtemelen bu duygulardan halihazırda olduğu gibi etkilenmezdik.

O HALDE SÖZÜ EDİLEN DUYGULARI DOĞRU YAŞAMA YÖNTEMİ

Can sıkıntılı ve üzüntülü hallerimizde bu süreci nasıl anlamlandırdığımıza azami derecede dikkat etmemiz gerekmektedir. Bu ise yukarıda "savaşma / mücadele etme eğiliminin özellikleri" başlığı altında ele aldığım hususların tam zıddını hayata geçirmekle mümkündür. Bu yaklaşım şu şekilde olabilir:

1. Olumsuz değil, son derece doğal bir dönem yaşıyorum.

2. Elbette önceki gibi değilim. Kaldı ki önceki gibi olmam da gerekmiyor. Şuan karşı karşıya olduğum olaylar da önceki dönemimle aynı değil. O halde değişen şartlara göre değişmiş bir ruh haline sahip olmak normaldir.

3. "Çok istiyorum" diye istemediğim bir yaşantıdan istediğim anda kurtulabilmem mümkün değildir. Bu sonuç istemekten ve çaba sarf etmekten çok makul bir zaman ve süreç işidir. (Ateş sönecek, sen yeter ki yelleme.)

(Her sorunu "çözerek rahatlamalısın" diyenler bize zararsız ateşi yelletiyorlar. Her tedavi sadece hastalık olduğunda işe yarayan bir yelleme faaliyetidir aynı zamanda. Yelleme belki hastalığa iyi gelir ancak gündelik sorunları yangına dönüştürür. Çoğu kişinin en büyük hatası gündelik sıkıntı ve hüzünlenmelerle hastalık gibi mücadele etmesi yani yaşadıklarını çözüm adına sürekli yellemesidir)

4. O halde doğru olan duygu ve istek odaklı çetin bir savaş içine girerek beynime, “Derhal kurtulmam gereken bir sorunum var” mesajı vermek, sonunda da beynimi kilitlemek (kilitlenen beyin kilitlendiği sorunu beslemeye başlar)yerine bu süreci soğukkanlı bir mücadele ile geçiştirmektir.

(Dikkat: Belki burada da mücadele var. Ancak bu mücadele telaşa gerek olmayan, sabırlı, sakin, soğukkanlı ve zamana yayılmış bir mücadeledir. İkisi arasındaki fark en az dağlar kadardır)

SONUÇ

Sorunlara bu tarz gerçekçi ve bilimsel yaklaşım hem içinde olduğunuz olumsuz duygusal ve ruhsal süreci kısaltacaktır (elbette derhal sonlandırmayacaktır. Bu hiç bir şekilde zaten mümkün değildir. Üstelik de buna gerek yoktur) hem de bu süreçteki sıkıntı - üzüntü alevlerinizin daha sönük olarak yaşanmasına, yani katlanılabilir seviyeye çekilmesine neden olacaktır. Alevleri kısılmış bir ateşin ne size ne çevreye hiç bir zararı olmayacaktır. Hatta bu kısık ateş ile közde mis gibi çay demlemek, üzerinde yemek pişirmek bile mümkündür.

Psikolog
İzzet Güllü