Resmin Alt Yazısı

Seni durduran ne? Kişisel Ateleti Yenmek.

22 Nisan 2013 Pazartesi


Atalet nedir?Ataleti nasıl yeneriz?İç Dünyamızda isimlendiremediğimiz her şeyin nedenini bu yazıda bulacaksınız...


Kişisel atalet : Seni durduran ne? 

Kısa boylu ve zayıf bir genç yanında duran uzun boylu ve iri yapılı kuzenine dönerek “ben senin yerinde olsam, dünya ağır siklet boks şampiyonu olurdum” dedi. Bunu duyan kuzeni dönerek şu cevabı verdi: “Seni dünya hafif siklet boks şampiyonu olmaktan alıkoyan ne?” 

Hepimizin, fıkradaki genç gibi, kendi şartlarımızda elimizden gelenin en iyisini yapmak yerine, “başkalarının yerinde olsaydık” neler yapacağımıza odaklandığımız zamanlar olmuştur. Bizi böyle düşünmeye yönlendiren nedir?

Başarmak istediğiniz bir hedefi düşünün. Bu hedef ayda 3 kitap okumak, sigarayı bırakmak, aylık faaliyetlerinizi raporlamak ya da üniversite sınavını kazanmak olabilir. Hedefinize ulaşabilmek için neler yapmanız gerektiğini biliyorsunuz. Bu yapmanız gerekenleri niçin yapmanız gerektiğini de biliyorsunuz. Isterseniz nereden başlayabileceğinizi ve işleri nasıl yapabileceğinizi de biliyorsunuz. Yapmamakla neler kaybettiğinizi, yaparsanız neler kazanacağınızı da biliyorsunuz. O işi yapmayı istediğinizi de düşünüyorsunuz. Ama yine de yapmıyorsunuz. Bir türlü ilk adımı atamıyor, eyleme geçemiyorsunuz. Yada eyleme geçtikten sonra yarı yoldan vazgeçiyorsunuz.

Hiç düşündünüz mü; sizi durduran ne?

Sizi durduran “atalet”tir.
resim
Atalet fizik biliminde “eylemsizlik hali”, kişisel gelişim terminolojisinde “amaca yönelik eyleme geçmeme” demektir. Onlarca kişisel gelişim kitabı okuduğu halde, o kitaplarda anlatılanları uygulamayanların sorunu atalet içerisinde olmalarıdır. Yıllardır başarılı olmak için hayalller kuran, hedefler koyan, planlar yapan ama bir türlü ilk adımı atamayan kişilerin sorunu da atalet halinde yaşıyor olmalarıdır.

“Ataletli” insanları nereden tanıyabilirsiniz? Atalet halinde yaşayan kişiler genellikle yavaş hareket ederler. Tembellik, yılgınlık, yeis, miskinlik, üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi hareket etmek, yumurta kapıya gelmeden harekete geçmemek, bezginlik, sevksizlik karakteristik özellikleridir. Görevlerini yaparken sık sık işleri erteler, mazeret beyan ederler. Hayata bakışları sitemkar, umursamaz, reaktif, kötümser, eleştirel ve kaygılıdır. Bu nedenle de yaşama seviçleri ve hayat enerjileri çok düşüktür. Onları çağırdığınızda genelde başlarını kaldırmadan kaşlarını kaldırarak size bakarlar!

Türkiyede en yaygın kişisel atalet örnekleri nelerdir? Yaptığımız bir ankette katılımcılardan “yapmamanız gerektiği halde yaptığınız ya da yapmanız gerektiği halde yapmadığınız 3 şeyi yazar mısınız?” diye sorduk. En çok gelen 10 cevap şunlard: Yabacı dil öğrenmemek, kitapokumamak, sigarayı bırakmamak, düzenli spor yapmamak, ailesine ve coçuklarına yeterince zaman ayırmamak, deprem önlemleri almamak, TV’ aşırı düzeyde seyretmek, tasarrup yapmamak veya çok israf yapmak, fazla kilolardan kurtulmamak, yaptığı günlük veya yıllık planlara uymamak.

Insanlar neden eyleme geçemezler? Neden atalet halinde yaşarlar? 

Bu sorunun cevabı kişilere göre değişmektedir. 
Bununla birlikte temel nedenler şunlardır:

hedef yokluğu, iç disiplin (irade) zayıflığı, kısa vadeli düşünmek ya da uzağı görememek, alınganlık ve pasif direnç duygusu içerisinde yaşamak, motivasyon yetersizliği, negatif kurum kültürü, konformist ve hedonist bir dünya görüşüne sahip olmak, başarısızlık korkusu, standart ve kriter algısının olmaması, öğrenilmiş çaresizlik duygusu, hedefin gerektirdiği asgari yeterliliklere sahip olmamak, zaman kullanma bilincinin olmaması, objektif bir performans değerlendirme sisteminin olmaması, yanlış yorumlanmış kadercilik anlayışı, açık değil imalı iletişimkültürüne sahip olmak, sert gerçeklerle yüzleşme cesaretine sahip olmadığı için bu tür verileri görmezden gelmek vb.

Atalet halinde yaşayan kişiler ikiye ayrılır:

1. Iç disiplini ve motivasyonu zayıf olduğu için hedeflerinin gereklerini yada görev tanımlarında yazanları yapmak için harekete geçemeyenler.

2. Aşırı iş yükü altında boğuşmaktan önemli işlere öncelik veremeyenler. Bu kişilerin sorunu kişisel organizasyon sistemlerinin yetersiz olmasıdır.

Ilk grup tembel ve iradesiz, ikinci grup gayretli ama metotsuzdur. Ataletin sonuçlarını yaşama açısından iki grup eşit durumdadır.

Insanlar ataletten neden kurtulamıyor? Birinci neden, kişilerin atalet halinde yaşadıklarının farkında olmamalarıdır. Ikinci neden, kişilerin ataletin nedenini kendi içlerinde değil dışlarında arama eğilimine sahip olmasıdır. Üçüncü neden ataleti yenmek için de ataletten kurtulmuş olmanın gerekmesidir.

Ataletin ataletin oluşumu iki aşamada gerçekleşir. Birinci aşama, çevredeki değişiklikleri görmemek ya da yapması gerekenleri görememek (körlük) İkinci aşama, yapması gerekenleri gördüğü halde hiçbir şey yapmamak, ihmal etmek, üşenmek, ertelemek ve eyleme geçmemektir.

Ataleti ve kanseri tehlikeli yapan aşamalı şekilde oluşmalarıdır.

Şok değişimlere karşı kişiler, kurumlar yada toplumlar reflekslerini kullanarak harekete geçebilirler. Oysa tedricen (kademeli) oluşan değişimleri bünye tam algılayamaz. Bu durumun tipik örneği meşhur “ suyu ısınan kurbağa” deneyidir. Bir kurbağa sıcak suya direkt atılır. Yaşadığı “şok değişim”in etkisiyle kurbağa zıplayarak atıldığı kaptan çıkar. Ikinci denemede kurbağamız bu defa içinde oda sıcaklığında su bulunan bir kaba konur. 

Kap bir ısıtıcının üzerine konur ve kurbağanın suyu ısınmaya başlar! Su ısındıkça kurbağa gevşemeye, rehavete ve atalete düşmeye caşlar. Suyun sıcaklığı “yakıcı” seviyeye ulaştığında kurbağa zıplayıp kaptan dışarı çıkmaya çalışır ama artık bacak reflekslerinin “çalışmadığını” görür. Ataletin insanı etki altına alma şekli de yaklaşık olarak böyledir.

Insanların hayat karşısındaki “duruşları” da kurbağınki ile pek çok noktada benzerlik gösterir. Pek çok kişi, ya hiç eyleme geçmez yada ertık eyleme geçmenin dahi sorunu çözemeyeceği noktada birşeyler yapmaya başlar. 

Insanları eyleme geçme şekillerine göre 4 gruba ayırabiliriz:

1. Bilen ve yapanlar (profesyonelce başaranlar)
2. Bilen ama yapmayanlar (ataletliler)
3. Yapan ama bilmeyenler (amatörler)
4. Yapmayan ve bilmeyenler (baarısız kişiler)

Eğer 1. grupta yer almak istiyorsanız aşağıdaki “ipuçlarını” izleyebilirsiniz.

1. Ataletten kurtulmanın ilk adımı atalet halinde yaşadığını fark etmektir. Bu kadar yoğun ve yaygın olarak atalet içerisinde yaşadığımız halde atalet algılamamızın olmaması ataletlerimize kalıcılık kazandırmaktadır.

2. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil’in deyişiyle “Üşenmeyin, Ertelemeyin, Vazgeçmeyin”. Atalet düşmek istiyorsanız önce hedefler belirleyip planlar yapın, sonra da üşenin, erteleyin, vazgeçin!

3. Umutlarınızı yüksek sabit giderlerinizi düşük tutun. Atalete düşmek istiyorsanız umutlarımız düşük, sabit giderlerinizi yüksek tutun!

4. Geniş düşünün, dar başlayın, çabuk bitirin. Atalete düşmek istiyorsanız “dar düşün, geniş başla, geç bitir” tarzında çalışın!

5. Her alanda birşeyler öğrenin, bir alandaki her şeyi öğrenin. Atalete düşmek istiyorsanız her alanda yüzeysel birşeyler (“televole bilgileri”) öğrenin. 

6. Panonuza şu soruyu yazın: Bugün yapmadıklarımın gelecekteki sonuçları neler olacak?

7. Hayatta başınıza gelen olaylardan daha çok, o olaylara verdiğiniz anlamların sizi atalete düşürdüğünü unutmayın. Önemli olan size neler olduğundan daha çok sizin nasıl biri olduğunuzdur.

8. Eyleme geçmek için mükemmel hale gelmeyi beklemeyin. Özellikle küçük işlerde kervanı yolda düzeltecek şekilde harekete edin.


Yazar: Mümin Sekman

Çocukların Kalbine Girme Taktikleri…

21 Nisan 2013 Pazar


1-Onlarla az konuşup çok anlama yoluna gidin. Anlamadan anlaşılmayı beklemeyin. Bunun yolu da etkin ve kaliteli dinlemekten geçeceğini asla unutmayın.
2-Söz verdiğiniz şeyleri muhakkak yapmaya çalışın. Onlar, asla söylenenleri unutmaz.
3-Çocuklar, işaret parmağınızı değil ayak izlerinizi takip eder. Yani hareketler sözlerden daha yüksek sesle konuşur. Yaptıklarınız, eylemleriniz sözlerden daha etkilidir.
4-Onlara dokunun, sıvazlayın, sarılın, temas kurun, Malum yüce yaratıcı kollarımızı sarılmak için yaratmıştır…Bu gün Avrupa’da bir çok doktor reçetelerine ilaç yerine sabah 3 defa oğle 3 defa aksam 3 defa sevdiklerinize çocuklarınıza sarılın diye reçete belirtiyor.
5-Neden soruları yerine, ne, nasıl sorularını sorun “Bunu neden yaptın?”, ” Neden sinirlisin?” v.b. sorularçocuklara yargılayıcı ve tehdit edici gelebilir. Bunun yerine “Ne oldu? Nasıl oldu ?” gibi sorular sorarak onların duygu ve düşüncelerini öğrenerek, kendi çözüm yollarını üretmelerine, düşünce güçlerini geliştirmelerineyardımcı olun.
6-Onları eleştirirken şahsını, kişiliğini değil; yapmış olduğu eylemi eleştirin Yani “sen aptalın tekisin yerineyapmış olduğun bu hareket doğru değildi gibi”. Överken de aynısını yapın.
7- Çocuğunuzu başka çocuklarla kıyaslamayın. Her çocuk ayrı bir dünyaya sahiptir. Ayrı ayrı yetenekleri ayrı ayrı zekâları ve ayrı ayrı ruh yapıları vardır. Bu yüzden başka insanlarla olumsuz bir şekilde kıyaslanmak bırakınçocukları büyük insanları bile üzer.
8-Hatalarını yüzüne vurmak yerine onlara yakınlık gösterin. Dünyada hatasız iki insan vardır biri ölmüştür diğeri daha doğmamıştır. Hataları yüze vurmak insana direnç yaratıyor. Adeta arabanın vitesini geri almak gibi bir etki oluşturuyor.
9-İşi, gücü, eşi, aşı belli zamanlarda askıya alın, onlarla gezin, tozun, uzanın, takla atın… 21.yüzyıl, bize ilişkinin değil işin öncelikli olduğunu telkin ediyor. Oysa çocukların anne ve babalarıyla çok yakın ilişkiye ihtiyaçları vardır.
10-Anne ve baba olarak asla melek rolüne girmeyin. Çünkü sizde hata yapabilirsiniz. Her şeyin eksiksiz, hatasız ve kusursuz olsun yolundaki saplantılarınızı pencereden aşağı atın.
11-Peygamber efendimizin güzel bir taktiğidir bu. “Kimin evinde çocuğu varsa onunla çocuklaşsın” der.Çocuklarınızla çocuklaşmayı asla ihmal etmeyin.
12-Okuldan gelince ilk sözünüz, dersten, nottan önce bugün doya doya oynadın mı sorusu olsun… Oyun çocuklar için gıda gibi elzem bir ihtiyaçtır. Malum günümüz çocuğu beyaz betanlar arasına sıkışıp kalmıştır. Devasa enerjiler bir türlü atılamamaktadır.
13-Düşüncelerini değiştirmeden asla davranışlarını değiştirmeye çalışmayın. Yani önce kalbini gönlünü feth edin davranışlar bu sayede kendiliğinden değişecektir.
14-Çocuğunuza sevgiyi şartlı öğretirseniz oda sizi şartlı sever. Örnek: Seni Severim eğer uslu çocuk olursa sözünün geri dönüşü bende seni severim ama sende benim istediklerimi yaparsan olacaktır.
15-İlginin dozajını iyi ayarlayın, aşırı ilgi, ilgisizlik kadar zararlıdır. Örnek: İlacın azı fayda vermez çoğu da zehirler.
Unutmayın: Yüzyıllar öncesinde olduğu gibi modern çağda da insanların kalbine girmenin tek yolu, bir gülümseyişte, sıcak bir sözde, içtenlikte gizli.”Çocuklar hayatımızın fotoğraflarıdır, nasıl poz verirsek öyle resim alırız”
Nevzat ÖZER
Psikolojik Danışman-Eğitimci Yazar

Alışveriş Bağımlılığı Hayatları alt üst ediyor.

20 Nisan 2013 Cumartesi



Uzmanlar, alışveriş hastalığının giderek daha yaygın görüldüğünü söylüyor. Duydukları öfke, huzursuzluk, yalnızlık, hayal kırıklığı gibi duyguları alışveriş yaparak atmaya çalışanlar, tıpkı bir kumar bağımlısının yaşadıklarını hissediyor. Kadınlar giyim-kuşam, erkekler ise daha çok elektronik eşya alıyor.

'Parası yeterli mi, kredi kartını ödeyebilecek mi, aynı ayakkabıdan 12 tane almasına ya da aynı marka ürünün tüm renklerine ihtiyacı var mı? '... Alışveriş hastaları maalesef bu soruların hiçbirine cevap aramıyor. Bir kıyafet için kredi kartından 20 bin lira çektiren alışveriş bağımlısı A.K., bu hastalıktan kurtulmak için arkadaş çevresini değiştirdiğini anlatıyor. 'Alışveriş yapabilmek için kumara başvuran birçok arkadaşım vardı. ' diyor. Özgüven duygusunu tatmin etmek için pahalı markalardan alışveriş yapmayı bir mecburiyet gibi algıladığını söyleyen A.K., gördüğü tedavinin ardından normale döndüğünü belirtiyor. O dönemdeki ruh halini ise şöyle özetliyor: 'Annemin, babamın kartını alıp alışveriş yapıyordum. Düşünmüyordum bir kıyafete 20 bin lira verilir mi verilmez mi? Tek isteğim içimdeki boşluğu doldurmaktı. Pahalı bir şey almazsam kendimi ezik hissediyordum. ' 



Uzmanlar, alışveriş hastalarını tıpkı uyuşturucu, alkol ve sigara bağımlıları gibi değerlendiriyor. Aile danışmanı Fatma Taş, evli bir beyin eşinin durumunu görmesi için kendisini evine çağırdığında gördüğü manzara karşısında hayrete düştüğünü ifade ediyor: 'Evin tabanından tavanına kadar her yer kutularla doluydu. ' Psikolog Mehtap Kayaoğlu, alışveriş bağımlılığındaki artışa dikkat çekiyor: '4-5 yıl öncesine kadar bize danışan 10 kişiden biri alışveriş bağımlısıydı, şimdi bu rakamın 6 kat arttığını görüyoruz. ' 'Kredi kartının yaygınlaşması ve yoğun reklam çalışmaları alışveriş bağımlılığını artırdı. 'diyen Prof. Dr. Kemal Sayar ise bu hastalığın en büyük sebebinin manevi değerlerin yitirilmesi olduğunu vurguluyor. 

Bazı insanlar için alışveriş yapmak; dertlerden kurtulmak, yalnızlığını gidermek, sıkıntılarını aldıklarıyla telafi etmek anlamına geliyor. Alışveriş çılgınlığı önü alınamadığında, maddi ve manevi yaralara yolaçıyor. Alışverişe çıkmak, alışverişkolikler için ihtiyacını almaktan öte bir şey. Alışveriş hastaları genelde, 'Param yeter mi, kredi kartımın limiti var mı, aynı ayakkabının farklı renklerini almam gerekir mi, aynı marka elektronik ürünün tüm versiyonlarına ihtiyacım sözkonusu mu? ' diye düşünmez. Uzmanlar alışveriş bağımlılığını uyuşturucu, alkol, sigara bağımlılığı gibi değerlendiriyor. 

Bir kıyafet için kredi kartından 20 bin lira çektiren alışveriş bağımlısı A.K., arkadaşlarının da alışveriş bağımlısı olduğunu söylüyor. Alışveriş bağımlılığından kurtulmak için arkadaş çevresini değiştirdiğini belirten A.K., bazı arkadaşlarının alışveriş yapmak için kumara bile başvurduğunu aktarıyor. Özgüven için pahalı markalardan alışveriş yapmayı bir mecburiyet gibi algıladığını söyleyen A.K., tedavinin ardından şimdi alışveriş bağımlılığından kurtulmuş durumda. 

ALIŞVERİŞ HASTALIĞI NEDİR? 

Psikolog Fazilet Seyidoğlu, alışveriş hastalığını; zihinsel ve duygusal zorluklar yaşayan kişinin (korku, endişe, öfke, hayal kırıklığı, yalnızlık) kendini kontrol edememesi, dürtüsel olarak gelen bir şeyler satın alma isteğine karşı koyamaması ve ihtiyacı olmadığı halde çok sayıda kendini çekici, güçlü ya da güvenli halde düşündüğü eşyaları satın alması şeklinde açıklıyor. Kişi alışverişi yaptığı anda rahatlama, haz alma sonrasında ise depresif duyguların önde olduğu pişmanlık, suçlulukla birlikte kendine öfke hisseder. Seyidoğlu, bunun psikiyatrik ciddi bir rahatsızlık olduğunu belirtiyor. 

Psikolog Mehtap Kayaoğlu, alışveriş bağımlılığının 4-5 yıl öncesinde, kendilerine danışan on kişiden birinde görülürken son zamanlarda her on kişiden altısında rastladıklarına dikkat çekiyor. Şiddetli geçimsizlik sebebiyle aile danışmanlarına başvuran çiftlerin çoğunda alışveriş bağımlılığını saptadıklarına dikkat çeken aile danışmanı Fatma Taş ise evli bir beyin, eşinin alışveriş bağımlısı olduğunu söylerken durumu daha iyi anlaması için kendisini evine çağırdığını aktarıyor. Fatma Taş, hastasının evinde gördüğü manzarayı şu sözlerle anlatıyor: 'Eve gittiğimde gözlerime inanamadım. Evin tabanından tavanına kadar her yer kutularla doluydu. O kadar çok alışveriş yapmıştı ki aldıklarını eve sığdırmak için bir kutuya koyup yığmış. Ama yine de evin içine yürüyecek yer kalmamıştı. Kutuları eve gelen misafirlere içini açıp bakmadan hediye ediyormuş. Merak ettim kutulardan birini açıp baktım. İçinde çatal, bıçak, bardak türü şeyler ve kutuların hepsinin içinde aynı şeyler. ' 

Alışveriş bağımlılığının çözümü kanaattir 

'Kredi kartının yaygınlaşması ve dev reklam şirketlerinin yoğun çalışmaları nedeniyle son zamanlarda alışveriş bağımlılığında artış gözlenir oldu. ' diyen Prof. Dr. Kemal Sayar da, alışveriş bağımlılığının en büyük etkeninin manevî değerlerin yitirilmesinden kaynaklandığını vurguluyor. İnsanların yitirilen değerlerin yerini bir şeyler alarak doldurmaya çalıştığına dikkat çeken Sayar, 'Çözüm için tek kelime, kanaat yeter diyorum. Bizi insan kılan değer ele geçirmek değil, ele geçirmeyi reddetmektir. ' ifadelerini kullanıyor. 

Kur'an-ı Kerim'de düşünmeden, ihtiyaç duyulmadan yapılan harcamaların israf olarak nitelendirildiğini vurgulayan Prof. Dr. Suat Yıldırım ise bu tür harcamaları Kur'an-ı Kerim'de Allah (cc)'ın şiddetle yasakladığını aktarıyor. Efendimiz'in (sas) kanaatkar yaşamını örnek veren Prof. Dr. Yıldırım, 'Alışveriş insan da bağımlılık haline gelince, gayrimeşru yollara başvurur. Bu en tehlikelisidir. ' diyerek uyarıda bulunuyor. Suat Yıldırım şu bilgileri verdi: 'Mal insanın mülkü değildir, insan emanetçidir. İsraf, nimete şükürsüzlük, emanete hiyanet, nimetin sahibi Allah'a hürmetsizliktir. Kur'an-ı Kerim insanın israf ve cimrilikten uzak, denge insanı olmasını ister. ' 

SATIN ALARAK RAHATLIYORLAR 
İleri düzeyde alışveriş bağımlısı olmuş bazı danışanların, alışverişi hayatının merkezine oturttuğunu, eşini ve çocuklarını ihmal edip hayatını esir aldığını söyleyen psikolog Mehtap Kayaoğlu, alışveriş bağımlısının bir şey almaya parası olmasa bile vitrinlerin başından ayrılamadığını ifade ediyor. Uzman psikiyatr Barış Önen Ünsalver de, alışveriş bağımlısı bir danışanının yaptığı borçları ödemek için kumara bile başvurduğunu anlatıyor. 

Alışverişi en çok kredi kartları tetikliyor
 

Uzmanlar, kredi kartı almanın ve kullanmanın kolaylaşmasının alışveriş hastalığını tetiklediğini düşünüyor. İnsanlar, kredi kartları sayesinde olmayan paralarını da harcayarak büyük bir yükün altına girebiliyor. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu'nun açıkladığı verilere göre bireysel kredi kartı harcamaları 2011 yılı sonuna göre yüzde 6,2, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 29,7 oranında artış gösterdi. 

Erkekler elektronik eşya bağımlısı
 

Genelde erkek danışanları arasında alışveriş bağımlısı olanların elektronik aletlere daha çok ilgi gösterdiğini söyleyen Balıklı Rum Hastanesi'nde çalışan uzman psikiyatr Mansur Beyazyürek, 'Bir hastamın bana anlattıkları çok ilginçti. Bir elektronik aletin bütün renklerini alıyormuş. Neden yaptığını kendisi de anlamıyor. Sadece bu satın alma onu mutlu ediyor. ' diyor ve ekliyor: 'Yapılan araştırmalara göre en elverişli alışveriş saatinin 14.00 ile 16.00 saatleri arası olduğu saptanmış. Biz de danışanlarımızın bu saatler arasında alışverişe çıkmasını istemiyoruz. ' 

Bağımlılığı önlemek adına ne yapabiliriz?
 

1. Kendinizi mutsuz, gergin, çökkün, endişeli, korkulu hissettiğiniz zamanlarda alışverişi erteleyin ve alışveriş merkezlerinden uzak durun. Daha çok fiziksel aktivitelerde bulunun. Doğal ortamlarda, yeşil alanlarda veya deniz kenarında yürüyüş yapın. 

2. Alışverişe çıkmadan önce muhakkak bir ihtiyaç listesi yapın ve bu listenin dışına kesinlikle çıkmayın. 

3. Alışveriş esnasında 'çok ucuz ' şeklinde düşünerek gereksiz alma isteğinize engel olmaya çalışın. Aynı renkten iki kıyafet almayın. 

4. Olabildiğince kredi kartı kullanmayın veya kullandığınız kredi kartının limitini düşük tutun. 

5. Yalnız alışverişe çıkmayın. Yanınızda sizi engelleyebilecek, kontrol edebilecek birisi bulunsun. 

6. Unutmayın siz kıyafetlerinizle ve eşyalarınızla değerli değilsiniz. Sizi siz olduğunuz için seven arkadaşlarınızla birlikte olun. 

7. İsrafın dinimizce hoş görülmediğini sık sık hatırlatacak bilgileri, Peygamber Efendimiz'in (sas) hadislerini devamlı göreceğiniz yerlere asabilirsiniz. 

İngiltere ve Amerika'da alışveriş bağımlılığı ciddi boyutlarda
 

The Guardian'ın haberine göre, geçtiğimiz yıl İngiltere'de yapılan bir araştırmada, alışveriş bağımlılığı (Onyomani) yüzde 8 ile 16 arası yetişkin nüfusu etkiliyor. Bu oran yaklaşık 8 milyon insana tekabül ediyor. Kadın bağımlı sayısının erkek nüfusa göre daha fazla olduğu belirtilen araştırmada erkeklerin de spor aletleri, bilgisayar gereçleri ve elektronik aletlerde bağımlı olduğu belirtiliyor. 

Amerika'nın önde gelen üniversitelerinden Stanford Üniversitesi'nin 2006'da yaptığı araştırmada ise kadınların yüzde 6'sı erkeklerin yüzde 5.5'u alışveriş bağımlısı olduğu açıklandı. Amerikalı uzman Terrence Shulman internet ve kredi kartlarıyla para harcamak kolaylaştıkça insanların kendilerini kontrol etmekte sorun yaşadığını söylüyor. 

Alışveriş bağımlılığının çözümü kanaattir 

Kur'an-ı Kerim'de düşünmeden, ihtiyaç duyulmadan yapılan harcamaların israf olarak nitelendirildiğini vurgulayan Prof. Dr. Suat Yıldırım, insanları kanaatkâr olmaya davet etti.Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed'in (sas) hayatını örnek veren Yıldırım, 'Alışveriş insanda bağımlılık haline gelince, Allah korusun insan o gereksiz alışkanlığını doyurmak için gayrimeşru yollara başvurur. Bu en tehlikelisidir. ' uyarısında bulundu

Düzgün Bir Yaşam İçin 22 Madde

18 Nisan 2013 Perşembe

Birileri çıkmış ve hayat için bazı kurallar koymuş. Kim koymuş neden nasıl bulmuş bilmiyorum :) Facebook da rastladım paylaşayım dedim, çoğuna da katılıyorum. Sadece 4. ve 19. maddenin öyle kolay olmayacağı bilinsin isterim.



1-Ucuz araba kullan ama, alabileceğin en güzel evi al.


2-Her zaman ve her ortamda anlatabileceğin üç fıkra öğren.


3-Sevinçlerini sakın erteleme.


4-Eşini çok iyi seç. Çünkü bu seçim mutluluğunun veya bedbahtlığını 

%90’ını oluşturur.

5-Hergün 30 dakika yürüyüş yap.

6-Her yemekten sonra şükret.

7-Bir arkadaşına sırrını açıklamadan önce iki kere düşün.

8-maaş çekini imzalayan kişileri asla eleştirme.

9-Kaybedecek şeyi olmayan insanlardan kork.

10-Gözünün önünde hep güzel şeyler bulundur.

11-Çocukların, gelenek sözcüğünü duyduklarında seni hatırlayacak şekilde yaşa.

12-Dinine ait kitabı tam anlamıyla okumak için kendine bir yıl süre tanı.


13-Biri seni kucakladığında ilk bırakan sen olma.

14-Hergün 6 bardak su içmeyi unutma..

15-seni seven insanları koru..

16-Zor da olsa ailenle tatil yapmak için her şeyi dene. Bu tatildeki anılar, 

hayatındaki en değerli anılardan biri olacak.

17-Kendine yapılmasını istemediğin hiçbirşeyi başkalarına yapma.

18-Başarıya, iç huzura kavuştuğun, sağlıklı olduğun ve sevildiğin zamanı 

değerlendir.

19-İyi ve başarılı bir evliliğin iki şeye bağlı olduğunu unutma:


a) Doğru insanı bulmak

b) Doğru insan olmak.

20-Ebeveynlerini, eşini ve çocuklarını eleştirmek istediğin zaman dilini ısır.

21-Evliliğini güzelleştirmek için hergün bir şeyler yap.

22-iyilik dolu bir sözü ve iyiliğin etkisini asla küçümseme.


Hayatınızdaki kötü olayları düşünerek vakit kaybetmeyin; Yoksa 

güzellikleri görmekte gecikebilirsiniz….”

Sosyoloji Final sınavı notları

2 Aralık 2012 Pazar

Artvin Çoruh Üniversitesi...
 Antony Giddens  Kaynaklı çıkarmış olduğum notları paylaşıyorum 


SOSYOLOJİ NOT

İletişimsizliğe yol açan büyük etken

3 Temmuz 2012 Salı


Dr. Selman Kuzu, aile içi iletişimsizliğe yol açan nedenleri anlattı.




Kuzu, sağlıklı iletişimin konuşma sırasında sesin yükselmesiyle bozulmaya başladığını ifade etti. Ses tonunun sözden daha etkili olduğunu kaydeden Dr. Kuzu, ses tonunda sevgi varsa sözlerin duygulara akacağını belirtti.
Dr. Kuzu, sesin yükselmesiyle iletişimsizliğin büyümesine neden olacağını değinirken, bağırmanın 'zerre' kadar değerinin olmadığını söyledi. Dr. Kuzu şu ifadeleri kullandı: "Sağlıklı iletişim ses tonuyla doğru orantılıdır. Eğer ses tonunda sevgi varsa sağlıklı iletişim artar, yoksa kavgaya kadar giden yol açılmış olur. Bu yüzden öfkenin zerre kadar değeri yoktur. Hem öfkelenen insanda fikri değer ne kadar vardır ki? O kişi sadece karşısındaki insanı üzer o kadar. Ama o öfkeli kişi öfkesini yutsa dilini tutsa ayette de dediği gibi Allah'ın sevgisini kazanır."

Dr. Kuzu, çiftlerden birisi tartışmada hakaret etmeye başlarsa diğerinin susması gerektiğini, aksi takdirde eşlerin hakaret yarışına gireceğini dile getirdi.

Dr. Kuzu, ses yükselmesiyle başlayan tartışmanın uzun sürmesi halinde dayakla sona ereceğini söyledi. Dr. Kuzu, tartışmada bir tarafın sükuneti koruması gerektiğini aktardı.


Toplumsal Sorunlar ve Çözümleri

Toplumsal Sorunlar ve Çözümleri




   Birey merkezli sistemlerin öteki sistemlerden farkı, öncelikle insan olarak bireyleri mutlu etmeyi kendine hedef seçmiş olmasıdır. Sistem tüm bireyleri birer farklılık olarak görür. Yani dünyada altı milyar insan varsa, hepsi bir birinden farklıdır, bu altı milyar birey demektir. Kadın erkek olarak cinsiyet, ırk, dil, din, inanç ve düşünce gibi insanla ilgili öteki tüm farklılıkları ve doğayı da insanla birlikte ele alarak hareket eder. 

   Bireyin özgürleşmesi, kişiliğinin şekillenmesi, kendini geliştirmesi, edineceği değer yargıları ve mutluluğu, içinde yaşadığı toplumun aile, eğitim, ekonomi, din ve siyasetten oluşan toplumsal kurumlarına bağlıdır. Bu kurumların her birinin zaman içinde kalıplaşmış, tüm bireyler için bağlayıcılığı olan yargılama ve değerlendirme kuralları vardır. Birey merkezli sistemlerin, bireyleri toplumla birlikte ele alması da bu yüzdendir.

   Bireyler arasında, bireylerle farklılıklar arasında, farklılıkların kendi aralarında, birey ve farklılıkların toplumla aralarında çelişki ve çıkar çatışmaları yaşamaları doğaldır. Aynı çatışma ve çelişkilerin zaman zaman aile, eğitim, din, ekonomi ve siyasetten oluşan toplumsal kurumlar arasında bile benzeri çatışmalar olabilmektedir. Bu çatışmaları şu günlerde oldukça yoğun biçimde yaşamıyor muyuz? Siyaset kurumu dini alet ederek, aileye ve eğitime kendi çıkarları doğrultusunda yön vermeye çalışıyor. TÜBİTAK’ta evrim teorisi konusunda yaşanan sansür skandalı, bilimselliği dışlama girişimi olarak üzerinde çok ciddi biçimde düşünmeyi gerektiren bir husustur. Toplum olarak bu konuda yeterli tepki verememiş olmamız da ayrı bir üzüntü konusudur. 

   Bu güne kadar toplumların yönetimi konusunda oluşturulan sistemlerin merkezine, temel özneler olarak; tek başına üzerinde yaşanılan toprak olarak vatan, tek başına bir din veya ırk, tek başına sermaye veya emek, tek başına bir aile veya gücü elinde tutan bir kişi konuldu. Toplum ve devlet, sistemin merkezinde yer alan bu temel özneye hizmet edip korumakla görevlendirildi. Bu sistemlerin hiç biri toplumun tamamının çıkarlarını ve mutluluğunu hedeflemediği için, toplumun tümünü mutlu edemediği için, hep kendilerine birer düşman yarattılar. Hiçbiri kalıcı olamadı. Ömürleri gücü ellerinde tuttukları süre ile sınırlı kaldı.     

   Bu yanlış uygulamalar bilimin gelişmesini ve ürünlerinin paylaşımını da tekellere bıraktı. Toplumların sistemin koruması dışında kalan kesimleriyle kalkınmış ülkelerin sömürüsüne uğrayan ülke halkları bilimsellikten ve insan olmaktan doğan hakların mahrum bırakılmış oldular. Meydan bilimde ve sanayide gelişmiş ülkelere, tekelci sermaye mensuplarına ve onların küresel boyutta örgütlenip kurumsallaşmış hali olan emperyalizme kaldı.

   Uygar toplum olma adına, söylerken gururlandığımız “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkemizin, uygulamada geldiği noktaya bakınız. Şimdi sadece anayasamızda,  ulusal meclisimizin duvarlarında, ulusal bayram konuşma metinlerimizde kaldı. Millet artık egemen de değil, mutlu da. Sadece seçimlerde oy kullanıyor. Seçim öncesinde siyasilerin oylarını almak için verdiği sadaka ve seçim rüşvetleriyle yetinmek zorunda. Seçimden sonra aldıkları sadaka ve rüşvetlerin bir kısmının vergi artışı ve piyasa zamlarıyla geri alınması da cabası oluyor. Çağın gözdesi sayılan demokrasi hiçbir zaman millet egemenliğini sağlayamadı, farklılıkların garantisi olamadı. Toplumun tümüne huzur ve güven getiremedi. Sadece seçim yapılmasını ve seçimde en çok oyu alanın belirlenmesini sağlayabildi. Bir farkla bile olsa, en fazla oy alanın mutlak hâkimiyetini meşrulaştırmaya yaradı.

   Millet egemenliğinin yaşama geçirilebilmesi için gerçekleştirilmesi gereken iki husus var. Önce “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesine “milleti oluşturan tüm farklılıklara egemenlikte eşit olarak temsil hakkı sağlanacaktır” cümlesi eklenmelidir. Sonra da, bu ilkenin yaşama geçebilmesi için, “değiştirilemez” nitelikli yeterli yasal dayanak sağlanmalıdır. Seçim sistemi her farklılığa eşit miktarda temsilci (milletvekili) sağlayacak biçimde yeniden düzenlenmeli. Farklılıkların her biri siyasetin dışında etkin birer “sivil toplum örgütü” olarak örgütlenmeli. Gerekli görülen hallerde ve seçim dönemlerinin sonunda, bu örgütlere temsilcilerini değiştirme yetkisi tanınmalı.

   Aile, eğitim, din, ekonomi ve siyaset gibi toplumsal kurumların bilimsel gelişmelere ayak uydurabilmesi için dinamizme açık tutulması gereklidir. Bilimsel gelişmelerin gerisinde kalan toplumsal kurumlar, bu durağanlıklarını toplumun tüm kesimlerine yansıtarak, toplum içinde ve toplum kurumları arasında çatışmalara zemin hazırlamaktadır.

   Tüm insanlığın huzur ve barışa ulaşabilmesi bir süreç işidir. Bu süreç, bilimselliğin ve toplumsal kurumların gelişme süreçleri ile de paralellik taşımalıdır. Bu paralelliğin sağlanamadığı durumlarda gerçek anlamda hiçbir alanda küreselleşme gerçekleşememekte, bilimi kullanarak kalkınan toplumların geri kalmış toplumlar ve toplum kesimleri üzerinde tahakkümü ortaya çıkmaktadır.

   Küreselleşemediği için bencilleşmiş bir dünyada, bilimselliğin tüm toplumlara mal edilemediği, emperyalist güçlerce bilimselliğin tüm toplumlara mal edilmesinin engellendiği, bilim ve teknolojinin ürünlerinin paylaşılamadığı bir dünyada, aile, eğitim, ekonomi, din ve siyaset gibi toplumsal kurumların küreselleşmesini, bütün toplumlarda aynı ölçüt ve değerlerde buluşmasını beklemek, şimdilik bir hayal ürünü olarak görülebilir. Ama bu öngörünün şimdiden bir hedef olarak belirlenmesinin, bu doğrultuda hazırlanıp yola çıkılmasının bir sakıncası da olmasa gerek.

   İster bireylerin ve ailelerin, isterse toplumların ve insanlığın sorunlarının çözülmesi, huzurun sağlanması için, ilkeler bütünlüğüne, dayanışmaya, birliktelik sağlamaya, sosyal güç oluşturmaya gereksinim vardır. Toplumda hangi sistem geçerli olursa olsun, bütün bunları sağlayabilmenin ilk koşulu,  anayasa ve yasaların teminatı altında, demokratik eylem haklarına sahip, kapsamlı bilinçli ve disiplinli örgütlenmedir. Bizim toplumumuzun en zayıf olduğu alan burasıdır. Böyle bir örgütlenmeye ulaşılmadan, yasalardan yararlanma, siyasette ağırlığını koyma, egemenlik haklarını kullanma, seçimlerde tercih gibi konularda hiçbir şansımız olamayacaktır.

   İktidarların seçmenin oyunu alabilmek için popülist yaklaşım ve tutumlarına, şirin görünme çabalarına alışmıştık. Bu tutumların giderek yoğunlaşması ve kapsamını genişletmesi de pek şaşırtmıyor. Ancak 29 Mart yerel seçimlerine yaklaşırken, daha farklı ve alışılmadık gelişmelere tanık oluyoruz. Siyaset kurumu muhalefetiyle birlikte hareket eder oldu. Seçmeni yanıltma ve aldatıp oyunu almada kullanılan inanç ve benzeri araçlara muhalefet de talip oldu. Muhalefet ve iktidar aynı silahlarla birbirine saldırıyor. Millet şimdiye kadar hiç alışık olmadığı bir ilgiyle karşı karşıya. Alışık olmadığı için bu durumdan yararlanmayı bile düşünemiyor. 

   Sebebi ve getirisi ne olursa olsun, siyaset kurumu ilk defa kendini seçmene kabul ettirebilmek için, yoğun bir ilgi gösterisine girdi. Seçim sonuçları ilan edildiğinde ortaya iki sonuç çıkacağı kesin. Birincisi bu ilgi artışının, taraflar adına seçim sonuçlarında önemli bir değişiklik yaratmadığı, ikincisi de seçmenin siyaset kurumunun bu yoğun ilgisinden yararlanamadığı olacaktır diye düşünüyorum. Bu sonuç aynı zamanda, seçmenin egemenliğinin bilincine varamadığının, siyasetle, seçimlerle ve devlet otoritesi ile kendisi arasında bir bağ kuramadığının da bir göstergesi olacaktır.

   Şimdi düşünelim. Seçmenin ya da toplumun bu konumda oluşu, sadece kültür ve sosyo – ekonomik seviyesinden mi kaynaklanıyor? Büyük bir kesimi neden insan onuruna yakışır bir yaşam seviyesine neden ulaşamıyor? Neden çağdaş bir eğitim alamıyor, iş bulamıyor? Sosyal güvencesi, sağlık garantisi neden yok? Hak ve özgürlüklerini gereği gibi neden kullanamıyor? Kulluğa ve sadakaya razı oluşu ırksal özelliğinden mi kaynaklanıyor dersiniz?

   Bu soruların yanıtlarını siyasilerimiz dâhil hepimiz biliyoruz. Yanıtlar bir yana bu sorular önce toplumumuzun sorunlarını ortaya koyuyor. Bu sorunlar, bizimle aynı konumdaki öteki toplumların da ortak sorunu. Örgütsüz olmak, güçlü, yasaların güvencesinde, toplu sözleşme ve grev hakkı tanınmış bir örgütlenmeden ve bilimsellikten “yoksun” olmak, daha doğru bir deyişle “yoksun bırakılmış” olmak benzer noktaları oluşturuyor. Bir başka benzerlik “Müslüman toplumlar” olmaktır. Çağdaşlaşmayı hedefleyen, insanını mutlu etmeyi, insan olmanın gereğini yerine getirmeyi isteyen, hümanist düşünceye sahip liderlerin, siyasetçilerin, devlet yöneticilerinin, aydınların, eğitimcilerin, sivil toplum örgütlerinin kaçamayacakları temel görevi; bireyleri ve toplumları bilimsellik ve örgütlenme konusunda uyarmak, desteklemek ve yardımcı olmaktır.

   Ülke olarak yaşamakta olduğumuz sorunları yaratanlar, toplumda kadınları insan ve vatandaş olarak yok sayanlardır, ikinci sınıf sayanlardır. 8 Mart dünyada “kadınlar günü” idi. 1950 sonraki siyasi iktidarlar kadın hakları konusunda, Atatürk’ün kadınlarımıza tanıdığı sosyal ve hukuksal hakları geri almaya çalışmaktan başka bir şey yapmadılar. Devlet olarak, siyaset olarak, toplum olarak bu yıl kadın hakları konusunda kayda değer bir şey yapılmadı. Yapılanların da çocukların yaş gününü kutlamaktan farkı yoktu. Dünyada ve ülkemizde bu güne kadar yapılanlarla ne kadınlar olarak, ne de toplum olarak sevinebilecek durumda değiliz. Sadece 8 Mart’ın Dünya Kadınlar Günü olduğunu ve bu konuda hala kayda değer bir şey yapmadığımızı hatırlıyoruz. Kadınları da birer insan olarak algılayanlar olarak da utanıyoruz.

   Toplum olarak en az kadınlarımız kadar ihmal ettiğimiz, yok saydığımız hatta bilerek etkisiz hale getirmeye çalıştığımız kesim gençliğimizdir. Siyaset kurumu olarak fedailer olarak kullandık, birbirine kırdırdık, sonrada vatan haini ve potansiyel suçlu ilan ettik. Nice “12 Eylül”lere kurban verdik. Şimdilerde de okumasınlar, sorgulamasınlar, aileye ve devlete ayak bağı olmasınlar, internet kahveleriyle, cep telefonlarıyla yetinsinler istiyoruz. Büyüdüklerinde oylarını almayı böylece kolaylaştırmaya çalışıyoruz.

   Kadınını ve gençliğini gözden çıkarmış, bilimselliğin yerine dogmaları monte etmeye çalışan, bireysel çıkarları toplum çıkarlarının üstünde gören, geleceğini emperyalist odaklara işbirlikçilikte gören, insanı insanın kendi ürettiklerine kul etmeye çalışan anlayış ve kadrolarla işimiz olamaz.    

   Birey merkezli sistemlerde öncelikle insanın mutluluğu esas alınacağından, bu boyutlarda sosyal sorun yaşanmayacaktır. Çözümü tüm alanlarda bilimselliğin yaşama geçirilmesi, bilimselliğin, teknolojinin ve insan emeğinin yarattığı birikimleriyle doğanın insana sunduğu yeraltı ve yer üstü zenginliklerin, tüm insanlıkça paylaşılması sağlanacaktır. Toplumların yaklaşık aynı zaman dilimleri içinde çağdaşlaşması, toplumsal kurumların yapılarında ve ilkelerinde bütünlüğe ulaşması kolaylaşacaktır.

   İnsanın tüm sistemlerin merkezine alındığı, insancıl (hümanist) düşüncenin geçerli kılındığı, tüm bireylerin ve farklılıkların üretime, sorumluluklara ve egemenliğe ortak olduğu, doğanın ve dengesinin korunduğu, sevgi ve saygı içinde yaşanabilen bir Türkiye ve dünya için, birey merkezli sistemi yaşama geçirmek için birlikteliğe çağırıyorum.

   Var mısınız?

 Nihat.Atar@PolitikaDergisi.com

Genç kuşak ile iletişim kurma yolları

Kuşak çatışmaları yetişkinlerle gençler arasındaki iletişim kopukluğu sonucu ortaya çıkan ciddi bir toplumsal sorun


Sağlıklı iletişim için dikkat edilmesi gereken önemli noktalar var.Gençlerle iletişim kurarken izlenecek bazı yollar şunlar:

  • Yetişkin kuşak olarak, önce gencin bir insan olduğunu kabul edin. Ona sevgi ve saygı gösterdiğinizi belirtin.

  • Gencin yaşamına, giyinişine, süslenmesine ilişkin karar alırken durumu konuşun; onun düşünce ve önerilerine anlayış ve saygı gösterin.

  • Aile ve evle ilgili konularda ve sorunlarda gencin de düşünce ve önerilerini alın; onunla konuşup tartışmaktan kaçınmayın.

  • Gençlerle yapılan konuşma ve tartışmaları onları konuşarak ve yıldırarak kesmeyin.

  • Konuşma ve tartışmalarda kırıcı ve sert olmaktan kaçının.

  • Gencin tutum ve davranışlarına biçim ve yön verirken, ‘benim gençliğimde’ diye başlayan konuşma ve öğütlerden kaçının.

  • Bütün amaç beklenti ve isteklerinizin hemen o anda tümüyle gerçekleşmeyeceğini bilin.

  • Gence bol bol öğüt vermek yerine, örnek davranışları yapın ya da bulup gösterin.

  • Gence ödül ve ceza verirken tutarlı olun. Kimi kez ödül verdiğiniz bir davranışı başka bir zaman kötüleyip yermekten kaçının.

  • Çocuklarınızı geleceğinizin garantisi gibi görüp, onlardan çok fazla şey beklemeyin. Bu yoğun beklenti ve baskılar onların tüm kuralları reddetmeleri şeklinde sonuçlanabilir.

  • Çocuklarınızla ilgilenin. Onların her türlü davranışını reddetmek ya da onaylamak yoluna gitmeyin. Bu tutum onların belirsizlikler içinde başkaldırıp, insanları hiçe saymalarına ya da bazı gruplara katılmalarına neden olabilir.

  • Çocuklarınıza ilişkin görüş ayrılıklarınızı çocukların önünde tartışıp, onların çelişkiler yaşamasına yol açmayın. Bu davranış çocuklarınızın hangi davranışı seçeceği konusunda çelişkiye düşmesine yol açar.

  • Çocuklarınıza güçlerini aşmayacak sorumluluklar verip onların kendine güven ve başarı güdülerini harekete geçirin.

  • Çocuklarınıza duyduğunuz sevgi koşulsuz olsun ve bunu açıkça belirtin. Bu onların kendilerini ve diğer insanları sevmelerini ve değerli bulmalarını sağlayacaktır.

  • Çocuklarınıza kendilerini ve çocukluklarını yaşama şansı verin. Kendini yaşayan çocuk, diğer insanların da yaşantılarına saygılı olur.

  • Çocuklarınıza saygı duyun, onları dinleyin, kendilerine değer verilmeyen insanlar başkalarının duygularına da önem vermezler.

  • Gerektiğinde bilmediğinizi söylemekten ve özür dilemekten çekinmeyin. Bu tutum çocuklarınızın, hata ve yenilgileri yıkılmadan göğüslemelerini sağlayacak. Onları yüreklendirecek.

  • Çocuğunuzun oyun oynamasını engellemeyin. Oyun oynamayan çocuk farklı grup ve ilişkilere giremez, hayatın kurallarını öğrenip uygulamada güçlüklerle karşılaşır.

Ahlaki Dejenerasyon, Ahlaki Değerler ve Kültürel Kimliğimiz

Yaşadığımız dünyada her toplumun barış ve huzurunu tehdit eden önemli bir sorun vardır: Ahlaki dejenerasyon. Bir başka deyişle, ahlaki dejenerasyon; insanların iyi, doğru, dürüst, bağışlayıcı, adaletli, merhametli, namuslu olmak gibi ahlaki erdemleri terk etmeleri, "ahlak dışı" olmayı kendilerine bir yaşam felsefesi haline getirmeleridir. Temelinde bencillik, aç gözlülük, acımasızlık, umursamazlık gibi hastalıkların yattığı bu sorunun nasıl çözüleceği ise, çağımızın en önemli meselelerinden birini oluşturmaktadır.

 

Aslında pek çok insan çözümünü bulamasa da bu sorunun varlığının farkındadır. Hemen herkes tarafından ahlakın önemli bir kaynağı olarak görülen "aile değerleri, toplumsal değerler" savunulmakta ve dejenerasyondan en çok etkilenen kesim olan gençleri korumak amacıyla çeşitli girişimlerde bulunulmaktadır. Eğitim projeleri, düzenlenen seminerler, bizzat devlet eliyle ya da çeşitli sivil toplum kuruluşları aracılığıyla başlatılan kampanyalar, bu ahlaki çöküşün önünü almayı hedeflemektedir. Ancak bu girişimler çoğu zaman kalıcı bir sonuç vermemekte, ahlaki çöküş her geçen gün daha da büyük bir hız kazanmaktadır. Çünkü çözümler yanlış yerlerde aranmakta, girişimler kısır bir döngü içinde kalmaktadır.

 

Ahlaki dejenerasyon çoğu kişi tarafından, toplumun içinde bulunduğu kötü koşulların sonucunda ortaya çıkan kaçınılmaz bir olgu olarak kabullenilmektedir insanlar arasındaki haksızlıkları "büyük balık, küçük balığı yutar" telkiniyle makul ve doğal gibi gösteren yorumlar...

 

"Babana bile güvenme" ve "kimsenin gözünün yaşına bakma" gibi telkinlerle, insanları acımasız bir bireyselliğe iten sözde bakış: Sabır, fedakarlık, tevazu gibi güzel ahlak özelliklerini, saflık gibi göstermeye çalışan gizli ve açık telkinler...

 

Eğer etrafınızı biraz dikkatli incelerseniz, bu gibi telkinlerle çok yoğun ve sistemli bir biçimde bu dejenere yapının ayakta tutulduğu açıkça görülebilir bazı basın, televizyon, reklamcılık, sinema, edebiyat, mizah gibi kültürel araçlarda, bu temalar ısrarla ve hep aynı mesajlarla işlenir. Kimi gazeteler ve televizyonlar tarafından çoğu zaman ahlaksızlıkların modernlik ve çağdaşlık adı altında savunuluyor olması; ahlaksızlıkları ile ünlü kişilerin her şeye rağmen isimlerinin gündemde tutulması; onlara karşı gizli bir hayranlık oluşturulmaya çalışılmasının nedeni de ahlaksızlığın çıkar odaklı birilerinin önemli gelir kaynaklarından birisi olmasıdır. Bu propagandanın mimarları, toplumsal kültür ve ahlaki değerlerin insanlara öğrettiği gerçekleri ve değerleri göz ardı etmeye, buna karşılık inançsızlık ve ahlaksızlığı ön plana çıkarmaya çalışırlar.

 

İşte bu evrensel propagandanın ardında, kurdukları dünyayı süslü göstermek için hummalı bir faaliyet içinde olmak vardır. Öncelikle toplumsal yapı, ahlaki erdemler ve inanç sistemini yok etmeye, insanları bu değerlerden uzaklaştırmaya çalışırlar. Bir yandan da insanları fuhuş ya da eşcinsellik gibi öğelere özendirmeye, bunların doğal, meşru ve hatta makbul görüldüğü bir sosyal ortam oluşturmaya çalışırlar. Bu sosyal ortam, onların, kurmuş oldukları kirli ve karanlık dünyayı yaşamak için ihtiyaç duydukları yaşam sahasıdır.

 

Halkın önemli bir kesimi ise ahlaksızlıkların boyutunu tam anlamı ile bilmemesine rağmen- bu durumdan çok rahatsız olmakta, ancak bu durumun neden olduğu çarpıklıklara nasıl engel olabileceğini ve bunların ne şekilde ortadan kaldırılabileceğini bilememektedir. Bu nedenle de çoğunluk, bu durum ve onu karanlık felsefesi ile mücadele etmek yerine onlardan yüz çevirmeyi, kendilerine onların tarzından farklı bir yaşam kurmayı yeterli görür. Söz konusu çıkar grupları mazlum halka dehşet verecek yöntemlere, sinsi politikalara ve acımasızlığa sahiptir

 

Dikkat edilirse, günümüzde ahlaksızlık propagandasının en önemli sloganları, "modernlik", "çağdaşlık", "cesurluk" ve "özgürlük"tür. Kuşkusuz modern bir dünya görüşüne sahip olmak, çağın gelişmelerini yakından takip etmek, yeniliğe açık olmak güzel özelliklerdir.

 

Ancak toplumsal dejenerasyon telkinlerinin hedefi, her türlü ahlaksızlık ve sapıklığı bu süslü telkinlerin ardında, insanlara olağanmış gibi sunmaktadır. Bu nedenle başta gençler olmak üzere bazı insanlar, farkında olmadan  bu yoğun telkinler altında, ahlaksızlığın aslında çağdaşlığın bir gereği olduğunu düşünür. Bundan çok değil on yıl önce insanların kınadıkları ve kesinlikle karşı oldukları çeşitli tavır ve davranışların, bugün artık birçok kişi tarafından olağan karşılanmaya başlanmış olması, hatta bunları eleştirmenin yanlış olduğu inancının yaygınlaşması bu propagandanın toplumun her kesimi üzerinde ne kadar etkili olduğunun göstergesidir.

 

Bu durum aslında sadece bizi değil tüm toplumu ilgilendiren bir durumdur. Dünyanın pek çok yerinde bazı televizyonlarda ve kimi magazin dergilerinde sergilenen ahlaksızlıklar, bugün artık evlilik dışı ilişkilerin, fuhuşla geçimini sağlamanın, homoseksüelliğin, kumarbazlığın, yolsuzluğun, israfın son derece yaygın olduğunu göstermekte ve daha da kötüsü bu haber ve görüntülerle halkın bilinçli olmayan kesimleri de benzer bir yaşama özendirilmektedir.

 

Yabancı müzik kanallarında ürkütücü kıyafetler giyen, korkunç makyajlar yapan radikal müzik gruplarının sürekli gündemde tutulmasının, satanizm gibi sapkın inanışlara sahip kişilerin sık sık söyleşi programlarına çıkarılmasının, bu marjinal olarak tanımladıkları sapkın kişilerin ciddi bir kınama veya eleştiri ile karşılaşmayıp sürekli "sempatik" gibi gösterilmelerinin temelinde de aynı hedef vardır. Bu nedenle söz konusu propagandanın en "değerli" malzemeleri olan fahişeler, hırsızlar, uyuşturucu kullanıcıları birileri tarafından ısrarla korunup kollanmaktadır. Kimi zaman çok ileri gittiği düşünülen kişiler kınanıyor gibi gösterilse de, aslında halkın bilinçaltına verilen telkin tam tersi yöndedir. Çünkü bu kişiler, çıkar gruplarının  yeni "gelir kapıları" için bir tür tuzak olarak kullanılmaktadırlar.

 

Toplumsal kültürel  ahlak  insanlara vefakarlığı, dürüstlüğü, adaleti, fedakarlığı, hakkı ne pahasına olursa olsun savunmayı ve adaleti emrederken, empoze edilmeye çalışılan bakışa sahip ahlaki bakış insanların bencil, acımasız, çıkarcı, hilekar, dolandırıcı, yalancı olmasını  bunları toplumuna hissettirmeden yapmasını aşılamaya çalışmakta çünkü menfaat çığırtkanlarının düzeni ancak o zaman devam edebilir. Herkes yaşam içinde   kendine bir yol bulmuştur ve hayatını devam ettirebilmesi için bu yolun asla kapanmaması lazımdır. Kimileri rüşvet ve haksız kazanç ile, kimileri mazlumların hakkını ve emeğini sömürerek, kimileri fuhuş ve uyuşturucu ticareti sayesinde varlıklarını devam ettirirler.

 

Sistemlerini devam ettirebilmeleri için çevrelerinde rüşvet verebilecekleri ve rüşvet alabilecekleri ahlakta kişilerin, fuhuş yapmayı Kabul edebilecek, uyuşturucu kullanacak ve uyuşturucuyu yayacak insanların olması ve hepsinden önemlisi kimsenin bu çirkinliklere ve haksızlıklara karşı fikri mücadele yapmaya cesaret edememesi gerekir. Oysa birçok güzel meziyetlerle dolu Anadolu kültürünün, kültürel kimliğimizin muhafaza edilmesi duyarlı davranıp çevremizdeki önce hemşerilerimiz sonra toplumumuzdaki diğer tüm insanların kucaklanması sahip çıkılması ve duyarlı davranılması hem bu pislikleri ortadan kaldırır, hem de kötülüklere karşı güçlü bir fikri mücadele içine girecek insanların yetişmesine vesile olur. Bu ise özümüzde var olan o güzel değerlerin korunması genç nesillerimizin daha sıhhatli yetişmesi ve kültürel birlikteliğimizin muhafazası için en güzel yoldur.
Bu makale Serhat Kültür Dergisi Mayıs 2006 sayısında yayınlanmıştır.

GENÇLERLE İLETİŞİM NASIL KURULUR?

GENÇLERLE İLETİŞİM NASIL KURULUR?

İletişim, nitelikleri ne olursa olsun iki sistem arasındaki bilgi alış verişi
olarak tanımlanabilir. Burada en önemli olan nokta iletişimde bilgi aktarımının iki yönlü olmasıdır. Bilgi aktarımı tek yönlü ise bilgilendirme, çift yönlü ise iletişim olarak adlandırılır. Dolayısıyla bireyler arasındaki her konuşma iletişim olarak tanımlanamaz.
Ana babaların çocuklarına, öğretmenlerin öğrencilerine birtakım emirler verip, karşı tarafın yani çocuklarının yada öğrencilerinin tepkilerini dikkate almamaları iletişim olarak kabul edilemez. Anne babalar ya da öğretmenler genelde gençlerle iletişim kurduklarını sanırlar. Ancak gençler konuşurken ikaz, önerilerde bulunma, hatırlatma, yargılama gibi pek çok iletişim engelleri ile aslında genci dinlemezler. Bu durumda genç kendini duyulmamış, anlaşılmamış ve kendisi ile ilgilenilmemiş hissederek iletişimi keser.

Peki genci dinlerken ne yapmalıyız?


§Sessizce dinlemeli ve bu davranışımızla onu kabul ettiğimizi göstermeliyiz. Karşımızdaki bireyi kabul ettiğimizi hissettirerek bizimle daha fazla şey paylaşmasını sağlamak için sessizlik güçlü bir sözsüz ileti olarak kullanılabilir. Hep konuşan biz olursak karşımızdaki gencin duygularını ifade etme özgürlüğünü kısıtlamış oluruz. Burada bahsettiğimiz pasif dinleme tabiki tüm iletişim boyunca değil belli aralıklarla gencin kendini tam anlamıyla ifade edebildiği yere kadar kullanılmalıdır. Bundan sonraki aşamada ise karşımızdakini kabul ettiğimizi gösteren, onu anlamamıza yardımcı olan aktif dinleme yöntemidir. Bu yöntemde yargılama ve analize yer yoktur.
§Aktif dinleme karşımızdaki gencin söylediğini ya da söylemek istediğini kendi kelimelerimizle ona geri iletme biçiminde kullanılır. Bu yöntemin püf noktası kendimizi gencin yerine koyarak " Ben olsaydım ne hissederdim?" diye düşünmek ve gencin ifade ettiği duyguları isimlendirerek yansıtmaktır.
Yani : Fizik dersini hiç anlamıyorum. (Genç ne hissediyor ? zorlanma )
Yanıtımız : Fizik dersi sana zor geliyor ...
Yargılama, öğüt verme, eleştirme olmadan sadece onun yaşadıklarını göz önüne alarak gencin ifade ettiği duyguyu isimlendirdik.

İyi bir dinleyici olmak için neler yapmalıyız ?

Öncelikle bedensel olarak karşımızdaki kişiyi dinlemeye hazır olduğumuza inandırmalıyız. Elindeki gazeteye bakan, tırnaklarını törpüleyen ya da yemek yapmak için koşuşturan bir kişiye hangimiz bir şeyini anlatmak isterki?

Öncelikle konuştuğumuz kişi özellikle bir çocuk, ön-ergen ise onun boy hizasına inerek göz teması kurmalıyız. Yüz yüze olmada en az konuşulan şey kadar yüz ifadesinden de mesajlar alırız. Gözlerinin buğulanması, yüzün kızarması, gözleri kaçırma gibi pek çok sözsüz mesajı algılayabilmemize olanak sağlar. Böylelikle söylenen şeyle verilmek istenen mesaj hakkında bilgi sahibi olmuş oluruz.

Genci dinlerken ne gibi iletişim engellerini kullanıyoruz biraz da bunu inceleyelim.

Öğüt verme: Şöyle yapma, böyle yap...
Çözüm getirme: Bunu böyle yapmada şöyle yap
Yönlendirme: Üzüleceğine otur da ders çalış
Yargılama: Sen zaten hep kolaya kaçarsın
Eleştirme: Çocuk gibi davranıyorsun
Ad takma: Geri zekalı, aptal
Soru sormak: Neden ? niçin ?
Araştırmak: O sana ne dedi ?
İncelemek: Hanginiz önce söyledi ?
Teşhis: Aslında sen öyle demek istemiyorsun...
Tanı koymak: Ben senin aslında neden öyle yaptığını biliyorum
Tahlil etmek: Aslında senin derdin başka...
Teskin: Aldırma boş ver
Teselli etmek: Düzelir canım, dert etme geçer, üzülme
Konuyu değiştirmek: Başka şeylerden konuşalım gibi farkında olmadan kullandığımız iletişim engelleri ile karşımızda bize bir sorununu anlatmak isteyen gence :
Anlaşılmamışlık, savunmaya girme, haksızlığa uğradığını hissetme, sorununun aslında önemsiz ve saçma olduğunu düşünme, sinirlenme, direnç gösterme, isyan, çaresizlik, kızgınlık vb. duyguları yaşatırız.

Oysa gencin yukarıda saydığımız pek çok iletişim engelindense en önce
dinlenmeye, kabul edildiğini hissetmeye ihtiyacı vardır. Siz hiç bir çözüm getirme durumunda olmadan sadece sessizce dinleseniz bile gençte belli bir boşalıma sebep olacağınız için başarılı olursunuz. Daha sonra aktif dinleme ile sadece ondan aldığınız bilgileri daha sade biçimde ona yansıttığınızda dinleniyorum, kabul ediliyorum mesajını gence verirsiniz. Konuşurken sorununun çözümünü kendi kendine keşfetme olanağını da vermiş olursunuz. Anlaşıldığını, kabul edildiğini, koşulsuz sevildiğini bilen bir gençle iletişim kurmak hiç de zor olmayacaktır. Dolayısıyla sorunlarda kavgaya, isyana, çaresizliğe dönüşmeden rahatlıkla çözülecektir.

Psk.Çağla Tuğba DORTLUOĞLU

Sivil toplum örgütleri nelerdir isimleri ve görevleri

Sivil Toplum Kuruluşlarının Amaçları

Sivil toplum kuruluşları, resmi kurumlar dışında ve bunlardan bağımsız olarak çalışan, politik, sosyal, kültürel, hukuki ve çevresel amaçları doğrultusunda lobi çalışmaları, ikna ve eylemlerle çalışan, üyelerini ve çalışanlarını gönüllülük usulüyle alan, kâr amacı gütmeyen ve gelirlerini bağışlar ve/veya üyelik ödemeleri ile sağlayan kuruluşlardır.


Sivil toplum kuruluşları oda, sendika, vakıf ve dernek adı altında faaliyet gösterir. Vakıf dernekler topluma yararlı bir hizmet geliştirmek için kurulmuş yasal topluluklardır. Sivil Toplum Kuruluşları, herhangi bir devlet organından bağımsız bir şekilde özel kişilerin girişimiyle kanuni olarak kurulmuş her türlü organizasyon için kullanılan genel bir terimdir. STK’ların tamamen veya kısmen devlet organları tarafından desteklendiği durumlarda bile STK bünyesinde herhangi bir devlet yetkilisi bulunmadıkça kurumun STK olma özelliğinin devam ettiği kabul edilir.


20. yüzyıl boyunca, küreselleşme STK’ların önemini artırmıştır. Çoğu sorunların ülkelerin kendi içinde çözülmesi imkansızdır. Uluslararası antlaşmalar ve Dünya Ticaret Örgütü gibi Uluslararası Örgütler finansal alandaki büyük aktörlerin çıkarlarına odaklı olarak algılanmaktadırlar. Bu alandaki dengesizliği gidermek için STK’lar insani konular, kalkınma yardımları ve sürdürülebilir kalkınma alanlarında gelişim göstermişlerdir. Buna bir örnek olarak Dünya Ekonomik Forumuna rakip bir toplantı olarak heryıl düzenlenen Dünya Sosyal Forumunun heryıl Ocak ayında Dünya Ekonomik Forumunun düzenlendiği Davos’ta düzenlenmesi belirtilebilir. 5. Dünya Sosyal Forumu Ocak 2005 tarihinde 1.000’den fazla uluslararası STK temsilcisinin katılımı ile toplanmıştır.

Türkiye’deki Sivil Toplum Kuruluşları

Türkiye’deki Vakıflar

Vakıf statüsünde kurulmuş sivil toplum kuruluşları
Ankara Losemili Cocuklar Vakfı (LÖSEV)
Beyaz Nokta Gelişim Vakfı
Bilim ve Sanat Vakfı (BİSAV)
Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı (ÇEKÜL)
Çocuk Vakfı
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı (GYV)
Geleceğimizin Çocukları Vakfı (GCV)
ICEP Uluslararası Kültürel Değişim Programları Burs Vakfı
İktisadi Kalkınma Vakfı (İKV)
İlköğretim Okullarına Yardım Vakfı (İLKYAR)
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV)
Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı (KEDV)
Kafkas Vakfı
Nesin Vakfı
Nezih Danyal Karikatür Vakfı
Osmanlı Araştırmaları Vakfı
Reklamcılık Vakfı
Sağlık Vakfı
Sağlık ve Sosyal Yardım Vakfı (SSYV)
Sigarayla Savaşanlar Vakfı
Sosyal Demokrasi Vakfı (SODEV)
Su Vakfı
Tarih Vakfı
TEMA Türkiye Erozyonla Mücadele Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı
Temiz Enerji Vakfı (TEMEV)
Toplum Gönüllüleri Vakfı (TOG)
TSK Mehmetçik Vakfı
Turkiye İnsan Hakları Vakfı
Türk Demokrasi Vakfı
Türk Dış Ticaret Vakfı (TDV)
Türk Eğitim Vakfı (TEV)
Türk Kalp Vakfı
Türk Kulak Burun Boğaz ve Baş Boyun Cerrahisi Vakfı (TKBBV)
Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı
Türk Tanıtma Vakfı (TÜTAV)
Türkiye Aile Sağlığı ve Planlaması Vakfı (TAPV)
Türkiye Bilişim Vakfı (TBV)
Türkiye Can Çocuklar Eğitim Koruma ve Yaşam Vakfı (CANEV)
Türkiye Diyanet Vakfı
Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı (TEGV)
Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV)
Türkiye Gaziler Kültür ve Dayanışma Vakfı
Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı (TGTV)
Türkiye Infertilite Vakfı (TİVAK)
Türkiye Milli Kültür Vakfı (TMKV)
Türkiye Teknik Elemanlar Vakfı (TUTEV)
Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı (TTGV)
Türkiye Zeka Vakfı (TZV)
Ulusal Politika Araştırmaları Vakfı (UPAV)
UM:AG Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı
Umut Vakfı
Vakıflar Genel Müdürlüğü
Vehbi Koç Vakfı
WWF-Türkiye Doğal Hayatı Koruma Vakfı
Yüksek Öğrenimde Rehberliği Tanıtma ve Rehber Yetiştirme Vakfı

Türkiye’deki Dernekler

Dernek statüsünde kurulmuş sivil toplum kuruluşları.
AIDS Savaşım Derneği
AKUT Arama Kurtarma Derneği
Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD)
Bilişim Sektörü Derneği (TÜBİDER)
Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD)
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD)
Deniz Feneri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği
Gümrük Müfettişleri Derneği
Hasta ve Hasta Yakını Hakları Derneği (HAYAD)
İktisadî Girişim ve İş Ahlâkı Derneği (İGİAD)
İnsan Hakları Derneği
İş Hayatı Dayanışma Derneği (İŞHAD)
Linux Kullanıcıları Derneği
Mahalli İdareler Derneği
Otomotiv Sanayi Derneği (OSD)
Özel Dedektifler Derneği
Reklam Yaratıcıları Derneği (RYD)
Reklamcılar Derneği
Tüm Tüketicileri Koruma Derneği (TTKD)
Türk Arşivciler Derneği
Türk Dış Ticaret Derneği
Türk Farmakoloji Derneği (TFD)
Türk Hemşireler Derneği (THD)
Türk Kardiyoloji Derneği
Türk Psikologlar Derneği
Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği (PDR)
Türk Radyoloji Derneği
Türk Serbest Mimarlar Derneği
Türk Sosyal Bilimler Derneği
Türk Toraks Derneği
Türkiye Acil Tıp Derneği
Türkiye Aile Planlaması Derneği
Türkiye Bilişim Derneği (TBD)
Türkiye Diyetisyenler Derneği
Türkiye Faal Futbol Hakemleri ve Gözlemcileri Derneği
Türkiye Kızılay Derneği
Türkiye Muhasebe Uzmanları Derneği (TMUD)
Türkiye Psikiyatri Derneği
Türkiye Tabiatını Koruma Derneği (TTKD)
Türkiye Turizm Yatırımcıları Derneği (TYD)
Ulusal Franchising Derneği (UFRAD)
Uluslararası Nakliyeciler Derneği (UND)
Vergi Denetmenleri Derneği
Veteriner Sağlık Teknisyenleri Derneği
Yazılım Sanayicileri Derneği (YASAD)



Türkiye’deki Sendikalar

İşçi Sendikalar, İşveren Sendikaları, İşçi Federasyonları, İşveren Federasyonları, TÜRK-İŞ, DİSK, TİSK, HAK-İŞ, KAMU-SEN, KESK… gibi kuruluşlardır.
BASS-SEN Banka ve Sigorta İşçileri Sendikası
BELEDİYE-İŞ Türkiye Belediyeler ve Genel Hizmetler İşçiler Sendikası
BEM-BİR-SEN Belediye ve Mahalli İdare Çalışanları Birliği Sendikası
BES Büro Emekçileri Sendikası
BİRLEŞİK METAL-İŞ Birleşik Metal İşçileri Sendikası
BTS Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası
BÜRO MEMUR-SEN Büro Memurları Sendikası
ÇELİK-İŞ Demir, Çelik, Metal ve Metal Mamulleri İşçileri Sendikası
ÇEİS Çimento Endüstrisi İşverenleri Sendikası
DEMİRYOL-İŞ Türkiye Demiryolu İşçileri Sendikası
DİSK Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu
EĞİTİM-BİR-SEN Eğitimciler Birliği Sendikası
EĞİTİM-SEN Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası
GENEL MADEN-İŞ Genel Maden İşcileri Sendikası
GENEL-İŞ Türkiye Genel Hizmet İşçileri Sendikası
HAK-İŞ Konfederasyonu
HAVA-İŞ Türkiye Sivil Havacılık Sendikası
HİZMET-İŞ Tüm Belediye ve Genel Hizmet İşçileri Sendikası
İNTES Türkiye İnşaat Sanayicileri İşveren Sendikası
KAMU-İŞ Kamu İşletmeleri İşverenleri Sendikası
KAMU-SEN Türkiye Kamu Çalışanları Sendikaları Konfederasyonu
KESK Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu
KRİSTAL-İŞ Cam, Çimento, Seramik ve Toprak Sanayi İşçileri Sendikası
LASTİK-İŞ Türkiye Petrol, Kimya ve Lastik Sanayi İşçileri Sendikası
MADEN-İŞ Türkiye Maden İşçileri Sendikası
MEMUR-SEN Memur Sendikaları Konfederasyonu
MESS Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası
ORMAN-İŞ Türkiye Orman İşçileri Sendikası
ÖZ İPLİK-İŞ Tüm Dokuma İplik Trikotaj ve Giyim Sanayi İşçileri Sendikası
PETROL-İŞ Türkiye Petrol Kimya Lastik İşçileri Sendikası
PÜİS Petrol Ürünleri İşverenler Sendikası
SAĞLIK-İŞ Türkiye Sağlık İşçileri Sendikası
SES Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası
SOSYAL-İŞ Türkiye Sosyal Sigortalar, Eğitim, Büro, Ticaret, Kooperatif ve Güzel Sanatlar İşçileri Sendikası
TARIM-İŞ Türkiye Orman, Topraksu, Tarım ve Tarım Sanayi İşçileri Sendikası
TEK GIDA-İŞ Türkiye Tütün Müskirat Gıda ve Yardımcı İşçileri Sendikası
TEKSİF Türkiye Tekstil Örme ve Giyim Sanayi İşçileri Sendikası
TES-İŞ Türkiye Enerji, Su ve Gaz İşçileri Sendikası
TGS Türkiye Gazeteciler Sendikası
TİSK Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu
TOLEYİS Türkiye Otel Lokanta Dinlenme Yerleri İşçileri Sendikası
TÜRK EĞİTİM-SEN Türkiye Eğitim, Öğretim ve Bilim Hizmetleri Kolu Kamu Çalışanları Sendikası
TÜRK HARB-İŞ Türkiye Harb Sanayi ve Yardımcı İşkolları İşçileri Sendikası
TÜRK KOOP-İŞ Türkiye Kooperatif ve Büro İşçileri Sendikası
TÜRK-İŞ Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu
TÜRKİYE HABER-İŞ Türkiye Posta, Telgraf, Telefon, Radyo ve Televizyon İşçileri ve Hizmetlileri Sendikası
TÜTSIS Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası
YOL-İŞ Türkiye Yol, Yapı, İnşaat İşçileri Sendikası

Türkiye’deki Meslek Kuruluşları

Meslek Kuruluşları, Odalar, Birlikler, Mühendis Odaları, TMMOB Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, TOBB Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği… gibi kuruluşlardır.
Basın Konseyi
Çevre Mühendisleri Odası
Elektrik Mühendisleri Odası
Fizik Mühendisleri Odası
Gemi Mühendisleri Odası
Gıda Mühendisleri Odası
Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası
İç Mimarlar Odası
İnşaat Mühendisleri Odası
Jeofizik Mühendisleri Odası
Jeoloji Mühendisleri Odası
Kimya Mühendisleri Odası
Maden Mühendisleri Odası
Makina Mühendisleri Odası
Metalürji Mühendisleri Odası
Meteoroloji Mühendisleri Odası
Mimarlar Odası
Petrol Mühendisleri Odası
Peyzaj Mimarları Odası
PTSB Türkiye Pamuklu Tekstil Sanayicileri Birliği
Şehir Plancıları Odası
Tekstil Mühendisleri Odası
TMMOB Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği
TOBB Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği
TUREB Türkiye Turist Rehberleri Birliği
Türk Dişhekimleri Birliği
Türk Veteriner Hekimleri Birliği
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti
Türkiye Madeni Eşya Sanatkarları Federasyonu
TürkMMMB Türk Müşavir Mühendisler ve Mimarlar Birliği
Türkiye Barolar Birliği
TÜRMOB Türkiye Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler ve Yeminli Mali Müşavirler Odaları Birliği