Resmin Alt Yazısı
Ana Sayfa » , » Modern Kuramsal Yaklaşımlar

Modern Kuramsal Yaklaşımlar

Yazar Unknown on 16 Nisan 2012 Pazartesi | Pazartesi, Nisan 16, 2012

Bütün bilimlerde olduğu gibi sosyolojide de çok önemli bir konu kuramlara ulaşmaktır. Sosyoloji de kuram, olaylar arasındaki neden sonuç ilişkilerini açıklamak üzere geliştirilmiş cümlelerdir. Böylece, kuram geçerli ise bu olayların benzer bir biçimde gelecekte de aynı şekilde ortaya çıkacaklarını işaret eder. Sosyolojide modern kuramsal yaklaşımları üç ana başlık altında incelemek mümkündür.
Bunlar;
- Fonksiyonalist (Görevselci) yaklaşım,
- Çatışma Yaklaşımı,
- Etkileşimcilik Yaklaşımıdır.

Fonksiyonalist Yaklaşım


Bu yaklaşım temellerini Herbert Spencer ve Emile Durkheim’in çalışmalarından almakla birlikte, çağdaş anlamda kurucusu Talcot Parsons’dır. Daha önce de belirtildiği gibi Spencer toplumlarla, canlı organizmaları karşılaştırmakta ve her organizmanın bir yapısından söz etmekteydi. Her organizmayı meydana getiren parçaların o organizmanın devamlılığında belirli bir görevi olduğu gibi, toplumu meydana getiren parçaların da o toplumun devamlılığında belirli bir fonksiyonu vardır. Bu modele göre Parsons’ın yaklaşımında toplum bir fonksiyonlar bütünüdür. Yani nasıl bir organizmada örneğin, kalbin fonksiyonu kan dolaşımını sağlamaksa, toplumda da her kurumun, o toplumun devamlılığında önemli olan bir görevi vardır.

T. Parsons’ın kuramı, toplumu organize olmuş, düzenli ilişkilerden meydana gelen ve her bireyin toplumun temel değerlerini paylaştığı bir sosyal sistem olarak görür.

Fonksiyonalist yaklaşıma göre, fonksiyon belirli bir toplum içerisinde her geleneğin, düşünce, değer ve inançların, birey ya da grupların oynadığı roldür. Parson yaklaşımında sosyal sistemi oluşturan parçaların (ekonomi, din, aile, politika ve eğitimin) toplumda yerine getirdiği görevlerin (fonksiyonların) o toplum için fonksiyonel olmaları önemlidir demektedir.

Kuram, toplumu organize olmuş, düzenli ilişkilerden meydana gelen ve her bireyin toplumun temel değerlerini paylaştığı bir sosyal sistem olarak görür. Daha sonra Robert Merton, kurama gizli ve açık fonksiyon kavramlarını ilave ederek, geliştirmeye çalışmıştır. Açık fonksiyon bir sistemin içinde bulunanlar tarafından arzulanan ve bilinen fonksiyonlardır. Gizli fonksiyonlar ise sistemin içinde bulunanlar tarafından ne bilinen ne de arzulanan fonksiyonlardır. Örneğin, okulların bir toplumda öğrencileri bilgili kılmak, eğitmek gibi açık fonksiyonları olduğu gibi, onları sokağa bırakmamak, belirli bir yaşa gelinceye kadar belirli konularla meşgul etmek şeklinde gizli fonksiyonları da vardır.

Kısaca fonksiyonalist yaklaşıma göre grup, birbiriyle ilişkisi olan parçaların fonksiyonel bir bütünüdür. Bir bütün içindeki parçaları anlamak için o parçaların bütün içinde taşıdıkları fonksiyonları ve disfonksiyonları (bozucu fonksiyonları)bilmek gerekir. Bu basit yaklaşım toplumsal gruplardan, toplumun bütününün anlaşılmasına, halta aileye kadar uygulanabilir.

 

Fonksiyonalist yaklaşımın temel tezini dikkate alarak yaklaşımın eksikliğini tartışınız.

Çatışma Yaklaşımı


Bu kuram toplumdaki rekabet, değişim ve gerginlik süreçleri üzerinde durmaktadır. Fonksiyonalist yaklaşımın tersine bu yaklaşım dünyada var olan devamlı bir mücadele sürecinden söz etmektedir. Çatışma yaklaşımı, toplumsal davranışların en iyi biçimde rekabet halinde bulunan gruplar arasındaki gerginlik ve mücadele ile anlaşılabileceğini savunur. Temel görüşlerini Karl Marx’in kuramından esinlenerek dile getirmektedir. Bilindiği gibi Marx, toplumsal sınıflar arasında olan bir mücadeleden söz etmektedir. Marx’a göre bu mücadele toplumsal değişimin itici gücüdür.

Bu mücadelede iki önemli sınıf burjuva ve proletarya sınıfıdır. Marx’a göre tarih, sınıflar arası bir mücadeledir. Marx bu gözlemlerini yaptığı sırada kapitalist süreç daha başlangıç aşamasında idi. Bu nedenle endüstride çalışanlar, işverenlerinin safına kalan ezici bir yönetimle karşı karşıyadırlar. Bugün için olmaz ise olmaz gözüyle baktığımız haklar o gün için bir hayal ürünüydü. Bu haklar arasında grev hakkı, asgari ücret, sekiz saatlik mesai, çay araları, beş günlük çalışma haftası, ücretli tatil, sosyal güvenlik, hastalık sigortası gibi konular sayılabilir.

Günümüz çatışma kuramcıları ise, konuya çok daha geniş bir açıdan bakmaktadırlar. Örneğin Ralf Dahrendorf (1959) belirli bir otoritenin mevcut olduğu her yerde çatışmanın varlığından söz etmektedir. Belirli bir otoriteye sahip insanlar, uyum için insanları zorlayabilmektedirler. Bu zorlama ise belirli bir direnç ve uyuşmazlıklara yol açmaktadır. Böylece ortaya çıkan çatışmalar toplumun tüm kesimlerine yayılabilmektedir. Ancak bu yaklaşım gruplar arasındaki mücadelenin muhakkak ihtilal gibi köktenci biçimde olmasını gerekli görmez. Bu mücadele toplu iş görüşmeleri, parti politikaları, bütçe tartışmaları gibi çeşitli biçimlerde olabilir. Diğer bir çatışma kuramcısı Lewis Coser ise çatışmanın özellikle birbiriyle yakın ilişkide bulunan insanlar arasında gelişebileceğini savunur. Bu insanlar birbirleriyle sorumluluk ve güç ağlarıyla bağlıdırlar. Bireylerden bir tanesinin diğerlerine göre farklı bir ödül alması, yerleşik ilişkileri bozacağı için çatışmalar çıkabilir. Sosyologlar bu nedenle hangi kültür ve örgütte olursa olsun mevcut ilişkilerden kimin kazanç, sağladığı kimin ise zarar gördüğüne bakarlar. Bu yaklaşım I960′lıyıllardan sonra Amerika Birleşik Devletlerinde giderek yaygınlık kazanmıştır.

Etkileşimcilik Yaklaşımı


Bu yaklaşım toplumda yer alan bireylerin birbirlerini etkilemelerini, karşılıklı ilişkilerini ve bu ilişkileri nasıl gerçekleştirdiğini inceler. Çatışma ve fonksiyonel görüş sosyolojik incelemelerinde makro konular olan toplumsal değişme, düzen, toplumsal sınıf gibi konuları incelerken, etkileşim kuramcıları mikro bir yaklaşımla küçük gruplar, aile arkadaş ilişkileri üzerinde durmaktadırlar.

Etkileşimcilik yaklaşımı, bireyi odak alarak incelemektedir. Bu yaklaşım, toplumlar bireylerden oluştuğuna göre, onu ve ilişkilerini anlamadan toplumu anlamanın mümkün olamayacağını savunur. Çünkü önemli olan insandır, derler. Ancak insanların varlığı ve etkileşimleriyle toplum oluşmaktadır.

Bu yaklaşıma birçok düşünür çeşitli biçimlerde katkılarda bulunmuştur. Bunlar arasında ünlü psikolog William James (1842-1910), eğitimci John Dewey (1859-1952), sosyolog Charles Horton Cooley (1864-1929), William I. Thomas (1863-1947) ve George Herbert Mead (1863-1931) sayılabilir.

Etkileşim kuramcıları sembol üzerinde durarak, insanların semboller aracılığıyla etkileşimde bulunduğunu öne sürerler. Bu nedenle bu kuramcılara, Sembolik etkileşim kuramcıları da denilir. Sembolik etkileşim, bireyler arasında sembollerle yapılan etkileşim demektir.

Bu etkileşim çoğunlukla yüz yüzedir. Ancak, okuma ve yazma gibi başka biçimlerde de olabilir. Sembolik etkileşim yaklaşımı, sosyologları yaşadıkları toplumu ve toplumun içinde yer alan bireylerin davranışlarını anlamaya iten bir çabadır. Sembolik etkileşimciler sembol üzerinde dururlar ve sembollerin toplumsal yaşamın temelini oluşturduğunu savunurlar. Sembol anlamlandırdığımız şeylerdir. Semboller olmaksızın sosyal ilişkilerimiz, hayvanların kurduğu iletişim düzeyinden farksız kalır. Başkalarıyla kurmuş olduğumuz, ilişkileri algılamakta en önemli mekanizma adlandırdığımız sembollerdir. (Hala, amca, öğretmen gibi). Biraz karmaşık gelse de belirli sembollere sahip olduğumuz için amca ve teyzelere sahip olmaktayız. Çünkü ancak bu semboller ile bizler bu ilişkinin içeriğini tanımlayabilmekte veya açıklayabilmekteyiz, ikinci olarak semboller olmadan, diğer insanlarla olan ilişkilerimizi koordine edemeyiz. Hatta gelecekle ilgili planlar bile yapamayız, zaman ve yer konusunu belirleyemeyiz. Takvim, ay, gün ve saatler olmasa acaba bunu nasıl gerçekleştirebiliriz? Bir düşünün! Semboller olmaksızın kitaplar, sinema hatta müzik aletleri bile olamaz. Çünkü yazı bunları anlamlı kılar, notalar ise müziğe hayat verir. Bu nedenle semboller toplumsal yaşamımızı olası kılmaktadır.

Sembolik etkileşim davranışlarımızın neye bağlı olduğunu, kendimizi ve başkalarını tanımlamamızın analizini yapmaktadır. Örneğin, bir kişiye amca veya hala dediğiniz zaman, bu kişilere belirgin bir biçimde davranıyoruz. Bir kişiyi erkek veya kız arkadaşını diye tanımladığınız zaman ise, davranışlarımız tamamen farklılaşıyor. Bu nedenle günlük yaşam, bizim çeşitli davranışlarımızı sergilediğimiz bir tiyatro sahnesidir. Değişen seyircilere göre burada farklı roller alıyor ve farklı performanslar sergiliyoruz. Sembolik etkileşim bu nedenle daha çok yüz yüze olan ilişkilerimizi birincil olarak ele alıp incelemekte, bu ilişkilerin nasıl gerçekleştiğini ve yaşamımızı nasıl şekillendirdiğine bakmaktadır (Henslin, 1997).

Kaynak: http://notoku.com/sosyolojide-kuramsal-yaklasimlar/#ixzz1sCmgKZ30
NotOku.com'a teşekkürler.

0 yorum:

Yorum Gönder